Páginas

.

UÇUK (Herpes)NEDİR.??

UÇUK (Herpes)NEDİR.?? Uçuk Nedir? Uçuk genellikle dudak, ağız ve burun delikleri çevresinde çıkan Herpes simplex adı verilen virüsün sebep olduğu hastalıktır. Uçuk Ciddiye Alınması Gereken Bir Sağlık Sorunu mudur? Yapılan araştırmalar, dünya nüfusunun %80'inin yaşamları boyunca en az bir defa uçuk geçirdiğini göstermektedir. Günümüzde Türkiye'de her yıl 8 milyon kişinin uçuk nedeniyle sıkıntı ve acı çektiği tahmin edilmektedir. Uçuğun Belirtileri ve Oluşum Evreleri Nelerdir? Uçuk çıkacak bölgede 0-24 saat önceden gıdıklanma, karıncalanma, kaşınma, yanma, sızlama hissedilir. Bunu o bölgenin kızarması, şişmesi ve daha sonra da içi sıvı dolu kabarcıkların ortaya çıkışı izler. Bu kabarcıklar konuşurken, gülerken, yiyip içerken acı ve ızdırap verir. Kabarcıklar patlayarak ülserler oluşur ve bu dönemde uçuk cok ağrılıdır. Zamanla kuruyup çatlar, sızıntı yapar ve açılarak görüntüyü bozan çirkin bir yara haline gelir. Kabuklanma başladığında uçuk küçülmeye başlar. İyileşme döneminde uçuk üstünde oluşan kabuk düşer, yerine kuru ve gergin bir doku oluşur. Uçuk Bulaşıcı mıdır? Nasıl Bulaşır? Uçuk, ön belirtileri ile açık yaranın kapanması süresi arasında bulaşıcıdır. Uçuğu olan bir kişinin kullandığı havlu, bardak, çatal, kaşık vb. eşyalarla ve uçuklu kişinin öpmesi sonucu bulaşır. Eğer uçuğa dokunulursa yüzün diğer bölümlerine, göze ve vücudun diğer bölgelerine (genital bölge gibi) de bulaştırılabilir. Dikkat ! Uçuk Bulaşıcıdır. Uçuk virüsü (Herpes simplex) ile insan genellikle ilk defa küçükken (0-5 yaş) tanışır. Uçuğu olan aile bireylerinden birinin "Sevgi dolu" öpücüğü sonucunda uçuk virüsü vücuda girer. Çoğunlukla farkedilmeyen küçük kızarıklıklar şeklinde ortaya çıkar; ağız içi, diş etleri ve dudaklar (gingivostomatit) enfekte olur. Ama kimi hassas bünyelerde ciddi enfeksiyonlar şeklinde de görülebilir. Tıbbi yayınlar arasında uçuklu bir kişiden bulaşan virüs sonucu yeni doğan ölümlerine ait vakalar vardır. Uçuğa dokunulmamalıdır. Dokunulursa eller çok iyi yıkanmalıdır. Uçukluyken kesinlikle gözlere dokunmaktan kaçınılmalıdır. Bayanlar makyajlarını temizlerken dikkat etmelidir. Özellikle bebekler, çocuklar ve diğer insanlar öpülmemelidir, yakın temastan kaçınılmalıdır. Uçuklu insanın kullandığı havlu, bardak, çatal, kaşık vb. eşyalar ayrılmalı ve başkalarının kullanmasına izin verilmemelidir. Uçuk ve uçuk yarasının kabuğu ile oynanmamalıdır. (Parmaklara uçuk virüsü bulaştırılır, aynı zamanda uçuk yarasına da diğer mikroplar bulaştırılmış olur) Uçuk Neden Nükseder / Tekrarlar? Uçuğa neden olan Herpes simplex virüsü vücuda girip ilk enfeksiyonunu yaptıktan sonra o bölgeye yakın sinir düğümüne yerleşir ve uçuk oluşmasını tetikleyen faktörler devreye girene, yani vücudun zayıf düştüğü ana kadar orada kalır. Uçuk Oluşumunu Tetikleyen Faktörler Nelerdir? Stres Ateş, soğukalgınlığı, grip Aşırı güneş ışınları ve ultraviyole ışınlar Hormonal değişimler (hamilelik, adet dönemi) Aşırı yorgunluk ve uykusuzluk Dişe yapılan müdahaleler (diş çekimi dolgu vb.) Diğer enfeksiyonlar Aşırı alkol Uçuktan Nasıl Korunulur? Öncelikle uçuğun nüks etmesine sebep olan durumlardan sakınmak gerekir. Strese bağlı olarak gelişiyor ise; stresimizi azaltacak gevşeme tekniklerini öğrenmek. Yorgunluk ve uykusuzluk sebep ise; dinlenmek ve iyi uyumak. Güneş sebep oluyor ise; dudaklar için koruyucu krem ya da yüksek koruma faktörlü güneş yağı kullanmak ve şapka ile yüzü güneşten korumak gerekir. Tüm alınan önlemlere rağmen uçuk yine de nüksedebilir. Ön belirtiler (karıncalanma, kaşınma, yanma, sızlama) hissedildiğinde o noktaya kısa aralarla bir antiviral krem uygulamak gerekir. Uçuk ya hiç çıkmayacaktır ya da çıksa bile hafif seyredecektir. Eğer bağışıklık sisteminiz zayıfsa veya sıklıkla uçuk geçiriyorsanız doktorunuzla görüşerek antiviral tabletlerden koruyucu olarak yararlanılabilinir. Uçuktan uzak kalabilmek için sağlıklı beslenmek de önemli. Yapılan araştırmalar bazı yiyeceklerin uçuk oluşumunu azaltırken, bazılarının da uçuğun tekrarlanmasını kolaylaştırdığını göstermektedir. Araştırmacılar diyet yapanlarda uçuk virüsünün harekete geçmemesi için Lisin içeren besinleri almalarını, Arjinin içeren besin maddelerinden de uzak durmalarını önermektedirler. Bu amaçla diyetlerde Lisin içeren tavuk, patates, süt, bira mayası, fasulye ve balık besinleri alınmalı, Arjinin içeren çikolata, yer fıstığı, bira, üzüm, mısır gevreği gibi yiyeceklerden uzak kalınmalı.
Ler Mais

AĞIZ KOKUSU VE SEBEPLERİ:

AĞIZ KOKUSU VE SEBEPLERİ:
Ağız KokusuÜlkemizde, KBB uzmanlarına başvuran hastalann %15'inde nefes kokması sorunu mevcut. 'Nefes kokması', çocukluktan başlayan bir rahatsızlık değil; daha çok erişkin dönemde ortaya çıkıyor. Bu soruna neden olan faktörler şöyle sıralanabilir.Sinüzit denilen, yüz kemiklerinin içindeki boşluklarda bulunan iltihap, sarı-yeşil ve kalın kıvamda bir akıntının genze akmasına yolaçar. Tabii ki bu geniz akıntısı iltihaplı olduğu içın de hastanın nefesine hoş olmayan bir koku verir. Öncelikle medikal yolla tedavi edilir. Yani ilaçlar yoluyla bu iltihap giderilmeye çalışılır. Ilerlemiş sinüzit vakalarında ise, akıntı, ilaçla tedavi olmayacagından "endoskopik sinüs cerrahisi" ne başvurulur. Agız bölgesindeki bademcik iltihaplan 'magma'denilen katı kıvamlı bademcik döküntüsüne yolaçar ki bu da, hastalarda ağız kokusu şeklinde kendini gösterir. Bademciklerin alınmasıyla tedavi edilebilir. Diş ve dişeti hastalıkları da nefes kokmasına yolaçabiliyor. Mide ve bağırsak sistemini ilgilendiren hastalıklarda ağız kokusu sorunu olabilir. Yetişkin hastalarda gözlemlenen ve daha ciddi boyutlu durumlar da söz konusu. Yani ağız, boğaz ve alt solunum yollan bölgelerinde, tümöre bağlı bir nefes kokması probleminin baş göstermesi de mümkün. 'Ülserasyon'tabir edilen krater tarzında tümörün çok süratli büyümesine ayak uyduramayıp, ölen dokuların yarattığı bir koku türü.
Ler Mais

SİNİZÜT NEDİR VE ÇEŞİTLERİ TEDAVİSİ..???

SİNİZÜT NEDİR VE ÇEŞİTLERİ TEDAVİSİ..??? Sinüzitİki çeşittir. Akut sinüzit: Genellikle gribal bir enfeksiyonla veya takiben gelişir. Bazen ani sıcaklık düşmeleri sonucu bir bölgedeki birçok insanı etkileyebilir. Yüzme sırasında derine dalma da sinüzit gelişimine neden olabilir.Etken genellikle gram pozitif kok adı verilen bakterilerdir (streptokok, satafilokok, pnömokok gibi). Hemofilus influenza adı verilen mikroba bağlı gelişen sinüzitlerde ciddi problemler gelişebilir.Burun tıkanıklığı, etkilenen sinüs bölgesinde basınç hissi (dolgunluk, ağrı), halsizlik, ateş ve baş ağrısı görülebilir. Burundan kanlı veya kansız akıntı, geniz akıntısı olabilir.Kronik sinüzit: Akut sinüzit tedavi edilmediğinde veya sık ataklar olduğunda, sinüslerin iç yüzeyini kaplayan deride değişiklikler meydana gelir ve sinüzit kronikleşir. Akut sinüzitteki belirti ve şikayetler daha hafif olarak yıllarca devam edebilir.Kronik sinüzitte önemli olan konulardan birisi ostiomeatal bölge adı verilen yerlerin olaya karışmasıdır. Bu bölge çeşitli özelliklerinden dolayı çok kolay hastalığa yaklanır ve çok güç tedavi olur. Kronik sinüzitlerde bu nedenle bu bölgenin iyi bir şekilde araştırılması gerekir. Bunun için koronal bilgisayarlı tomografi ve endoskopi gerekebilir.Belirtiler yaygın ve inatçı ağrılar kusma konvülsiyon (havale) ateş göz kapaklarında veya alında şişlik bulanık görme, çift görme veya inatçı göz arkası ağrısı kafa içi basınç artışı bulguları (bulantı, kusma ...) kişilik değişikliği
Ler Mais

VAJİNİT NEDİR..??

VAJİNİT NEDİR..?? Vajinit genellikle bir enfeksiyonun neden olduğu iltihaplanmadır. Vajinit başka nedenlerle ortaya çıkabilirse de cinsel ilişkiyle de bulaşabilir. Bu yüzden tedavi olması için eşinizi de bir enfeksiyon durumunuz olduğu konusunda uyarmanız gerekir. Belki onun da tedavi olması gerekebilir. Belirtiler geçene kadar cinsel ilişkide bulunmayın. Yaygın görülen vajinit türleri: trikomoniasis, mantar enfeksiyonları ve özgül olmayan vajinitistir.Trikomoniasis: Bu enfeksiyona bir parazit neden olur. Hiçbir bulgu görünmeyebilir veya kokulu, yeşilimsi san, bazen köpüklü bir akıntınız olabilir. Trikomoniasis genellikle cinsel ilişki yoluyla bulaşırsa da, tuvaletlerden, kullanılmış ıslak havlu veya mayodan da geçebilir.Mantar Enfeksiyonları: Bu tür enfeksiyonlara bir mantar neden olur. Başlıca semptom kaşıntıdır, ama lor peyniri görünüşünde beyaz bir akıntı da olabilir. Hamileyseniz veya şeker hastası iseniz, eğer antibiyotik, kortikosteroid ilaçlar veya doğum kontrol hapı kullanıyorsanız yahut demir eksikliğiniz varsa mantar enfeksiyonlarının gelişmesi daha kolaydır.Özgül Olmayan Vajinit: Bu türe daha çok bakteriyel vajinit denir. Aralarında "Gardnerella Vaginalis"in de bulunduğu çeşitli organizmaların ortaya çıkadığı düşünülen bir rahatsızlıktır. Birçok kadında hiçbir bulgu görünmeyebilirse de, bazılarında vajina duvarlarını kaplayan beyaz veya grimsi. balık kokulu bir akıntı ortaya çıkabilir.Belirtiler Vajinadan olağan dışı bir akıntı; Kaşıntı, tahriş; Cinsel ilişki sırasında acı duymak; Alt karın bölgesinde ağrı; Vajinal kanama.
Ler Mais

DUDAK KALINLAŞTIRMA

  • DUDAK KALINLAŞTIRMA Nedir?Dudak kalınlaştırma estetiği, kişinin kendi vücudundan alınan yağ dokularının veya bazı dolgu maddelerinin dudaklara enjekte edilerek kalınlaştırılması işlemidir. Kimler yaptırabilir?Estetik açıdan dudaklarından hoşnut olmayan herkes yaptırabilir. Müdahaleden önce, ağız ve dudak mukozası ile ilgili bir enfeksiyonun (örneğin uçuk) aktif evresinde olunmaması gerekir. Dolgu maddeleri ve dayanıklılık süreleri Dolgu maddeleri yumuşaklık ve katlanabilirlik özelliğine sahip olmalıdır. Kişinin kendi vücudundan alınan yağ dokularıyla dolgu yapmak en doğal ve risksiz yöntemdir. Dudaklara yerleştirilen maddelerin bir kaç aydan 1 yıla kadar dayanıklılık süreleri vardır. Bunun nedeni konulan maddenin büyük kısmının vücut tarafından emilmesidir. Bu nedenle kullanılan maddenin ön gördüğü süre sonunda müdahaleyi 2 veya 3 kez daha tekrarlamak gerekir. Bu düzeltmeler sonucunda dudak kalınlığı istenilen ölçüde ve ömür boyu kalıcı hale gelir. * Kişinin kendi vücundan alınan yağ dokusu Dayanıklılık süresi: 12 ila 24 ay * Hyaluronik asit bazlı maddeler: Hylaform, Restylane, Perlane, Juvederm, Hylan Dayanıklılık süresi: 3 ila 6 ay * Kollajen bazlı maddeler: (Zyderm, Zyplast) Dayanıklılık süresi: 6 ila 12 ay * Dermalive, Dermadeep (Acide hyaluronique + Microbilles)Dayanıklılık süresi: 12 ila 24 ay *Artécoll (Kollajen + Microbilles): Dayanıklılık süresi: 12 ila 24 ay Ameliyat süreci - Dolgu maddeleri dudak mukozasının deri ile birleştiği noktaya dudaklara istenilen kalınlığı sağlayacak şekilde enjektör yardımıyla enjekte edilir.- Dolgu, birkaç dakika içinde lokal anestezi ile yapılır. - Dolgu için vücuttan yağ dokusu alınacaksa, yağ alma işlemi için anestezi uygulamak gerekir. Ameliyat sonrası- Lokal anestezinin etkisi geçince dudaklarda hassasiyet, uyuşukluk ve kuruluk hissedilir. Bu durum birkaç gün sürebilir.- Vücuttan yağ dokusu alındıysa, alınan bölgede ödem oluşabilir ama 7-8 gün içinde kaybolur. İyileşme sürecinde neler yapılmalı? - 2 hafta kadar güneşten uzak durulmalı - Dudaklarda kuruluk oluştuysa uygun bir nemlendirici uygulanmalı İşe ara Yağ dokularında ödem oluşmadıysa hiç, oluştuysa birkaç gün. Komplikasyonlar Kişinin kendi vücudundan alınan yağ dokusu ile müdahale yapıldıysa dudaklarda herhangi bir komplikasyon meydana gelmez; sadece yağ alınan bölgede kısa bir süre ödem oluşabilir. Eğer dolgu diğer maddelerle yapıldıysa, yabancı maddeye karşı vücut reaksiyon gösterebilir. Bu da sık rastlanan bir durum değildir.
Ler Mais

CİLDE FAYDALI VİTAMİNLER

CİLDE FAYDALI VİTAMİNLER

Gazetelerde sağlıklı cilt ya da cilde sağlığını kavuşturma konusunda sayısız yorum ve makale okuyoruz. Sağlıklı cilt, yeterli şekilde nemlendirilmiş sağlıklı bir "epiderm" ile birlikte dengeli beslenme ve güneş ışınlarından korunmakla mümkün olur. Yorgun, stresli ve yanlış beslenen kişilerin cildi bunu hemen yansıtır. Günlük vitamin kullanımının yararı senelerden beri biliniyor; ancak sağlıklı beslenme ile cilt sağlığı arasındaki bağlantı ancak son senelerde dikkate alınmaya başlandı. Vitaminlerin antioksidan etkileri cilde doğrudan uygulanan ürünlerle senelerdir kullanılıyor. Ama sindirim yoluyla alınan vitaminlerin yararına yakın zamana kadar önem verilmemişti.Yapılan araştırmalar belli vitamin ve minerallerin sindirim yoluyla alındığında cilt, güzellik ve bir kadının genel sağlığı için faydaları olduğunu kanıtlamıştır. Dolayısıyla güzel ve sağlıklı bir cildin sırrı, her şeyden önce doğru, dengeli bir beslenme ile birlikte gerekli vitaminlerin takviyesiyle sağlanabilir. Sigaradan uzak durmak akıllıca bir hareket olacaktır. Sayısız zararının yanı sıra cilde de zararı büyüktür. Sigara dumanı ve katran cildin ihtiyacı olan oksijeni almasına ve besin emilimine mani olarak kuru ve cansız görünmesine neden olur. Ayrıca sigara tüketimi zararlı serbest radikallerin oluşmasına sebep olarak ciltteki kolajen ve elastin liflerini zayıflatarak cildin zamansız yaşlanmasına neden olur. Sigara içiyorsanız cildinizin sağlığı açısından vitamin kullanımına daha da fazla önem vermeniz gerekecektir. Çünkü sigaranın cildinize verdiği zararları azaltmak ancak vitamin katkısıyla mümkün olabilir. Günlük vitamin ihtiyacını karşılamak için her gün multi-vitamin almak ve/veya bolca meyve, sebze tüketmek tek yol değil: artık nemlendiriciler ve bakım kremleri gibi kozmetik ürünlerinin çoğunun içeriğinde cilt sağlığına faydalı olan vitaminler kullanılıyor. Çarpıcı bir istatistik: 1991 senesinden günümüze, içeriğinde vitamin bulunduran ürünlerin sayısı 3 misli artmış durumda. Ancak dikkate alınması gereken önemli bir nokta var. Bu ürünleri kullanan tüketicilerin hangi faydayı sağlamak için hangi vitaminin kullanılması gerektiğini bilmesi gerekiyor. Örneğin amaç kırışıkları azaltmak mı, akneden kurtulmak mı? Amaca göre seçilecek kozmetik ürününün doğru olması önemli. A vitamini ve beta karotenler, sarı, turuncu ve yeşil renkli sebzeler, yumurta akı, ciğer, tereyağı ve balık yağlarında bulunur ve yaşlanmayı geciktirici etkileri için kullanılır.C vitamini, antioksidan etkileri ve yara tedavisindeki etkileriyle önemlidir. Yüzeysel olarak kullanıldığında ince çizgi ve kırışıkların yok edilmesinde yardımcı olduğu gibi güneş yanıklarının tedavisinde de kullanılır. E vitamini, bir antioksidandır ve cilt üzerinde iltihap giderici etkileri vardır. Yüzeysel olarak uygulandığında cildin nemlenmesine yardımcı olur, yumuşaklık ve pürüzsüzlük sağlar. B vitamini türlerinden olan Niasin'in bir türü olan Niasinamit uzmanlar tarafından yıldızı parlamaya başlamış bir vitamin olarak gösterilmekte. Akne tedavisinde inanılmaz etkileri saptandığı gibi anti tümör karakteristikleri ve cilt kanseri tedavisindeki başarıları da var. Vitaminler konusunda yapılan araştırmalar tüm hızıyla devam ediyor. Gelecek yıllarda vitaminlerin daha birçok faydalarından yararlanacağımız da bir gerçek. Şimdilik bilinçli olmak ve vücudumuza gereken miktarda vitamini sağlamaya devam etmek için sağlıklı ve dengeli beslenmek; yüzeysel kullanımda da amaca yönelik bilinçli seçimler yapmak en doğrusu olacaktır.

Ler Mais

MANYETİK ALAN TEDAVİSİ:

  1. MANYETİK ALAN TEDAVİSİ: Manyetik Alan Tedavisi Nedir? Dünya, güneş ve ay manyetik alana sahiptir. Dolayısıyla insan vücudu çeşitli manyetik alanların etkisi altındadır. Çevremizdeki manyetik alanların artması, azalması veya alanlar arasındaki dengesizlikler kişiyi etkilemekte ve bazı hastalıklara yol açmaktadır. Kişilerin etkilenen, bozulan manyetik alanlarının düzeltilmesi, dengelenmesi amacıyla uygulanan tedaviye manyetik alan tedavisi denilmektedir. Manyetik alanların tedavide kullanılması Hipokrat zamanına kadar uzanmaktadır. M.Ö. 800'lerde eski Yunanistan'da magnet adı verilen taşlar ağrı tedavisinde kullanılıyordu. Modern anlamda 18. Yüzyılda Fransız Mesmer, bütün nesnelerin içinden görünmez bir akışkanın geçip yayıldığını ve insan vücudunda sürekli hareket halinde olduğunu ileri sürdü. Bu akışkana magnetizma adı verildi. Mesmer'e göre akışın bozulması hastalıkların ortaya çıkmasına neden oluyordu. Eski dönemlerde tedavide magnet adı verilen taşlar kullanılırken, günümüzde artık frekans ve şiddeti ölçülebilen manyetik alan tedavi cihazları kullanılmaktadır. Manyetik Alanın Etkileri Yapılan çeşitli deneylerle manyetik alanın insan vücudunda şu etkileri olduğu saptanmıştır; 1. Kan Dolaşımını Düzenleyici,2. Vücutta Hormon Seviyesini Düzenleyici,3. Sedasyon Sağlayıcı (Uyku Düzenleyici),4. Ağrı Kesici ve İltihap Giderici,5. Kırık İyileşmesini Hızlandırıcı,6. Yara İyileşmesini Hızlandırıcı. Manyetik Alan İle Tedavi Edilen Hastalıklar 1. Romatizmal Hastalıklar2. Eklem Kireçlenmesi3. Spor Yaralanmaları4. Kas ve Eklem Ağrıları5. Uyku Bozuklukları, Kronik Yorgunluk Sendromu ve Stres6. Migren ve Diğer Baş Ağrıları7. Ağrılı Adet8. Nevraljiler9. Dolaşım Bozuklukları10. Osteomiyelit11. Tortikolis12. İyileşmeyen Kırıklar13. İyileşmeyen Yaralar14. Şeker Hastalığı15. Mide ve Barsak Hastalıkları (Ülser, Gastrit, Kolit, Hazımsızlık vb.)16. Optik Sinir Atrofisi17. Omuz-El Sendromu
Ler Mais

LAZER TEDAVİSİ

LAZER TEDAVİSİ Lazer, yoğunlaştırılmış bir ışıktır. İlk lazer cihazı 1960’da Teodore Maiman tarafından yapılmıştır. Sıcak lazer, soğuk lazer, fotokoagülatör lazerleri ve fotoradyasyon lazer sistemleri vardır. Fizik tedavi lazerleri soğuk lazerlerdir. En çok kullanılan kırmızı ışık Helyum-Neon gaz lazerleri ve kırmızı ötesi Galyum-Aluminyum-Arsenid lazerleridir. Lazerlerin etkisi iki türlüdür. Birincisi dokulara direkt etkisi, ikincisi akupunktur noktalarına uygulandığında sistemik etkisidir. Kırmızı ışık (He-Neon) lazerleri suda emildiği için derinin altında 4-5 mm’den daha derine inemez. Kırmızı ötesi (Ga-Al-Ar) lazerleri ise suda emilmediği için, eklem yüzleri, sinir kökleri gibi daha derin yapılara ulaşabilir. Ciltten 6-7 cm. derindeki hedef dokuyu etkileyebilir. Lazerlerin hem ağrı kesici, hem iltihap giderici ve hem de vücudu tamir edici etkisi vardır. Bu etkileriyle hastalıklı bölgeyi tedavi eder. Merkezimizde hem Helyum-Neon, hem de Galyum-Aluminyum-Arsenid lazer içeren Hi-Tech 300 cihazını kullanıyoruz. El bileği, ayak bileği, dirsek, omuz, el ve ayak parmak eklemleri gibi küçük eklemlerdeki sorunlar için Helyum-Neon, kalça, diz eklem sorunları, bel ve boyun fıtığı gibi daha derindeki hastalıklar için Galyum-Aluminyum-Arsenid lazeri kullanıyoruz. Lazer ile Tedavi Edilebilen Hastalıklar - Bel Fıtığı - Boyun Fıtığı - Kireçlenme - Kas ve Eklem Ağrısı Yapan Hastalıklar (Tendinit, Bursit, Periartrit vb. ) - Tenisçi ve Golfçü Dirseği - Spor Yaralanmaları, Burkulmalar - Romatizmal Hastalıklar - Siyatik ve Nevraljiler - Sinir Sıkışmaları - Zona, Dudak Uçuklamaları - Kronik Osteomiyelit ve Yatak Yaraları - Yüz Felci - Selülit
Ler Mais

MEZOTERAPİ TEDAVİ YÖNTEMİ

MEZOTERAPİ Mezoterapi modern tıbbın bir tedavi yöntemi olup, derinin orta tabakasının tedavisi anlamına gelmektedir. 1952 yılında Fransa’da geliştirilmiştir. 1972 yılında uluslar arası kabul gören bu yöntem, halen bir çok Avrupa ve Amerika ülkesiyle Japonya’da ve ülkemizde yeterlilik belgesine sahip hekimlerce uygulanmaktadır. Uygulamada hastalık teşhisi konulduktan sonra, o hastalığa uygun özel bir ilaç karışımı hazırlanır. Bu karışım tedavi amacına uygun olarak seçilen bölgeye çok küçük dozlarda ve 4-6 mm uzunluk, mm’nin ¼’ü kalınlıktaki iğnelerle ve özel bir teknikle cilt içine verilir. Mezoterapi ile Tedavi Edilebilen Hastalıklar Romatizmal Hastalıklar Romatoid Artrit Ankilozan Spondilit Seronegatif Artritler Gut Hastalığı Akut Eklem Romatizması Eklem Kireçlenmeleri Kemik Erimesi Estetik SorunlarSelülit Bölgesel Fazlalıklar Cilt Çatlakları Yara İzleri Cilt Sarkmaları Saç Dökülmesi Diğer HastalıklarMigren Siyatik Lumbago Tenisçi ve Golfçü Dirseği Telanjiektaziler (Küçük kırmızı toplardamar varisleri) KIRIŞIKLIK TEDAVİSİ Yüz bölgesinde özellikle ağız ve gözler çevresinde oluşan kırışıklıklar için çeşitli yöntemler uygulanabilmektedir. Bunlar; - Kollajen Uygulaması - Hyaluronik Asit Uygulaması - Embriyoplast Uygulaması - Mezoterapi
Ler Mais
FİZİK TEDAVİSİ İLE İYİLEŞTİRİLEN HASTALIKLAR Romatizmal Hastalıklar - Romatoid Artrit - Ankilozan Spondilit - Seronegatif Artritler - Gut Hastalığı - Akut Eklem Romatizması - Eklem Kireçlenmeleri - Kemik Erimesi Ortopedik Hastalıklar- Burkulma ve kırık sonrası eklem sertlikleri - Tenisçi ve golfçü dirseği - Kas ve Eklem incinmeleri - Lumbago - Bel ve boyun tutulmaları - Kifoz ve skolyoz - Bel kayması Nörolojik Hastalıklar- Bel fıtığı - Siyatik - Boyun fıtığı - Sinir Sıkışmaları - Yüz Felci RehabilitasyonRehabilitasyon, kaybedilmiş fonksiyonların yeniden kazandırılması olarak tanımlanabilir. Rehabilitasyonda, hastalık yada yaralanma sonucu vücut işlevlerinden bir kısmını kaybetmiş olan kişinin, mevcut kapasitesini en iyi şekilde kullanarak, vücut işlevlerini en üst düzeyde yapabilir hale getirilmesi amaçlanır. Rehabilitasyonda, fizyoterapistler tarafından uygulanan çeşitli uyarımlar ve egzersiz teknikleri kullanılır. Rehabilitasyon ile Tedavi Edilebilen Hastalıklar - Hemipleji (Vücudun sağ yada sol yarısının felci) - Parapleji (Bel yada boyundan aşağısının felci) - İzole Sinir Felçleri - Multible Skleroz (MS) - Kas Hastalıkları - Kalp Hastalıkları - Solunum Hastalıkları - Serebral Palsi - Çocuk Felci
Ler Mais

ERKEN BOŞALMAYA SON...

ERKEN BOŞALMAYA SON... Cinsel ilişkilerin en az yarısında her iki tarafın da tatmin olmasını engelleyecek kadar kısa sürede boşalmanın meydana gelmesidir. En şiddetli durumunda, ki bu nadir rastlanan bir durumdur, herhangi bir penil uyarı olmadan, yalnızca seksüel uyarıları düşünmek dahi ejakulasyonu tetikler. Ancak daha sık olanı vajinaya penetrasyon sırasında ya da hemen vajinaya girer girmez olanıdır. Erken boşalmadaki önemli kriter ejakulasyonun erkeğin ve partnerinin isteklerinden önce olması ve bunu seksüel ilişkilerinde sıkıntıya yol açmasıdır.Düzensiz cinsel ilişki, kişinin düzenli boşalamıyor olması burada önemli bir faktördür. Ayrıca ilişkiye verilen önem ve gerginlik yani performansın çok önemli olarak algılandığı durumlarda da ortaya çıktığı görülmektedir.Kişinin ilişkiyi algılayış şekli önemlidir: İlk cinsel deneyimlerin sağlıklı olmayan ortamlarda yaşandığı durumlarda kişinin aşırı gergin ve bir performans gösterme gereği içerisinde ilişkiye yaklaştığı durumlarda erken boşlamanın sık görüldüğünü görülmektedir.Kişinin olaya verdiği değer, önemin fazla olması, yani performans anksiyetesinin yoğunluğu, düzensiz cinsel ilişki ya da nörojenik hassasiyetin varlığı erken boşalmayı yaratmada önemli faktörler olarak görülmektedir.Her yaşta olmakla beraber en çok genç erkeklerde görülür. Erken boşalma erkeğin yaşından çok seksüel deneyiminin yeni olmasından (yeni bir partner, vb) kaynaklanmaktadır.Bu problemin üstesinden gelemezseniz bir uzmanın görüşüne ihtiyaç duyabilirsiniz. Ancak, kendiniz bu problemi çözümlemek arzusunda iseniz, öncelikle bu konuyu partnerinizle konuşmanız çok önemlidir. Belki de çok erken boşaldığınızı hissettiğiniz performansınız partnerinizi son derece tatmin etmektedir. Bazı erkeklerde mastürbasyon vb. yolu ile boşalma sıklığını arttırmak daha az erken boşalmayı sağlar. Basit bir eğitim şekli de ilişki halinde veya mastürbasyon yaparken: penisinizi sizin yada partnerinizin uyarması fakat boşalmadan hemen önce bu uyarıyı durdurması, 30-60 sn. uyarıyı durdurduktan sonra tekrar uyarması ve boşalmadan az önce durdurdurması şeklinde bir siklusu 5-6 kere tekrarladıktan sonra ancak boşalmaya izin vermektir.
Ler Mais

AĞRILI AYBAŞI HALİ

AĞRILI AYBAŞI HALİ Ağrılı aybaşı haliTıp dilinde dysmenorrhoea/dismenore denilen bu hâl, özellikle aybaşı kanamasının başladığı ilk gün görülür. Bazı kimselerde, ağrılar aybaşı kanamasının başlamasından bir kaç gün önce ortaya çıkar ve kanamanın başlamasıyla kesilir. Bir kısmında da kanama başlamadan, kanama görülen günlerde ve sonraki birkaç gün içinde hissedilir. Bu çeşit ağrılara, çoğunlukla 18-24 yaşları arasındaki kadınlarda rastlanır. Ağrı, göbek altında veya bacakların üst kısmında kasılmalar şeklinde başlar. Kusma görülebilir. Yüz, sararır ve terleme artar. Adet kanamaları esnasında neden ağrı olur? Sancılı adet görme aslında normal adet görme mekanizmasının önemli bir parçası olan rahim kasılmalarının kadın tarafından ağrı şeklinde hissedilmesidir. Bu rahim kasılmalarının amacı rahim iç tabakasının atılarak yenilenmesi esnasında oluşan kanama miktarını en az seviyede tutmaktır. Bu kasılmalar esnasında rahimde bölgesel olarak prostaglandin adı verilen bazı maddeler salgılanır. Ağrıya yol açan olayın bu prostaglandinlerin ya aşırı miktarda salgılanması veya kadında prostaglandinlere ağrı şeklinde bir aşırı duyarlılık cevabı oluşması olduğu kabul edilmektedir. Prostaglandin salgısı özellikle yumurtlamalı bir adet döngüsünde gerçekleşebildiğinden adet görmeden kısa süre önce başlayan ve kanama bittikten sonra tümüyle kaybolan adet sancısı bir önceki adet döngüsünde yumurtlama olduğunun en güvenilir belirtilerinden biridir.
Ler Mais

APANDİST NEDİR..??

APANDİST NEDİR..?? Körbağırsağın apandis denen solucansı uzantısının iltihaplanması apandisit olarak bilinir. Çok sık rastlanan ve özellikle yetersiz tedavi sonucu yol açacağı tehlikeli komplikasyonlardan ötürü korkulan bir hastalıktır. Günümüzdeki antibiyotik olanaklarına karşın bu ikincil hastalıkların en ağın peritonit yani karın zarı iltihabıdır.Apandis içinden besinlerin geçmediği küçük bir bağırsak çıkıntısıdır. Hareketli ve esnek bir boru biçiminde olan bu çıkıntı kalınbağırsağın başlangıç bölümü olan körbağırsağa, incebağırsakla birleşme yerinin hemen gerisinde bağlanır. Genellikle eğik biçimde gövde eksenine doğru uzanır. Bu normal konumunun dışında leğen içine, karaciğer altına ya da sol böğüre doğru da yerleşebilir. Alışılmış yerinin dışında bulunan apandisin iltihaplanması, belirtileri değerlendirmede ve hastalığın tanısını koymada güçlükler yaratır.Apandisin anatomik yapısında üç katman göze çarpar. Dış yüzeyi seröz (sıvı içeren) bir zar örter. Bunun altında kas katmanı ve en içte de lenf dokusunca zengin, girintili çıkıntılı bir mukoza yer alır. Lenf dokusunun bolluğundan ötürü apandise "bağırsak bademciği" de denir. Apandisit (Kronik)Kronik apandisit, apandisin uzun süren ve tedavi edilmeden iyileşme olasılığı bulunmayan iltihabıdır. Ama önceden kısaca değinildiği gibi kronik apandisit tanısı çoğu zaman yanlış konur ve bu tanı konan hastaların apandislerinin ameliyat sırasında tümüyle sağlıklı olduğu görülür.Kronik apandisit kadınlarda, ergenlik ve gençlik çağlarında daha çok görülür. Ayrıca kentlerde kırsal kesimdekinden daha yaygındır.Apandisit başından beri kronik olabileceği gibi akut apandisit sonrasında kronikleşmiş de olabilir. Ama her ikisinin de tedavisi apandisin çıkarılmasını gerektirdiğinden bu ayrımın uygulamada pek bir önemi yoktur
Ler Mais

MİDE(REFLÜ)HASTALIKLARI

MİDE(REFLÜ)HASTALIKLARI Ülser 10-15 yıl öncesine kadar daha sık görülen bir hastalıktı. Son dönemlerde azaldı. Reflü hastalığı ve gastrit ön plana çıktı. Mideyle ilgili sorunlar arasında mide ve yemekborusu kanserleri de yer alıyor, ama bunların görülme sıklığı daha az. Mide ve yemekborusuyla ilgili sorunları sıralayacak olursak birinci sırada reflü hastalığı, ikinci sırada gastritler son olarak da ülser gelir. Türkiye'de konuyla ilgili istatistikler olmadığı için biz ancak görülme sıklığını ABD ve Avrupa'da yapılan araştırmalara göre değerlendiriyoruz. Reflü görülme sıklığı nüfusun yüzde 15-25'i civarındadır. Hastanın hayatı boyunca reflü olma ihtimali de yüzde 40'tır. Ülserin görülme sıklığı son zamanlarda yapılan tedavilerle azalmıştır. Gastrit nedir, neden olur?Gastrit mide derisinin iltihabıdır. İki türü vardır. Biri ani başlangıçlı olan akut gastrit, diğeri ise kronik gastrittir. Gastritlerin en büyük nedeni 'helicobacter pylori' denilen bir mikroptur. Bunun yanında gastrit yapan diğer nedenlerde bulunmaktadır. Ama en sık bu mikroba bağlı gastrit görülür. Bu mikrop mide derisi üzerine yerleşerek bir enfeksiyon oluşturur. Mide derisinde şişme, kızarıklık ve hücrelerde harabiyete neden olur. Bazı ilaçlar ve alkol de gastrit yapapr. Gastrite hangi ilaçlar yol açar?Romatizma ilaçları olarak bilinen bazı ağrı kesiciler, aspirin ve bazı antibiyotikler gasrite neden olabilir. Bu ilaçların bilinçsiz kullanılması daha ciddi olaylara yol olabilir. Örneğin kanama gibi. Bazen küçük bir bebe aspirini ciddi kanamalara neden olabilir. Aspirin gibi ilaçların zararlı etkileri mideye sadece temasla değil, kana karışarak da ortaya çıkar. Gastritin tedavisi var mı?Eğer suçlu bir bakteri ise veya bir ilaçsa ona göre tedavi belirlenir. Mide koruyucu ve asit azaltıcı ilaçlar verilir. Neden ilaç ve alkolse bunlar kesilir. Bakteriden kaynaklanıyorsa temizlenmesi için ilaç tedavisi yapılabilir. Mide derisi hasarlı olduğu için mide kendi ürettiği asitten daha çok etkilenir ve hastanın şikâyetleri de artar. Bunun için midenin asidi azaltılmalıdır. Diyet yapılmalı. Hastaya yasaklanan besinler ve içecekler söylenir. Bakteriye bağlı gastritlerde mevcutsa bakteriyi temizleme tedavisi antibiyotiklerle yapılır. Her baktreriye bağlı gastritte mikrop tedavisi şart değil. Bu bakterinin görülme sıklığı nedir?Yaklaşık olarak 100 kişiden 80'inde bu bakteri vardır. Yurtdışında bu oran özellikle Avrupa'da yüzde 50'ler civarındadır.Bu bakteri nasıl bulaşıyor?Bulaşma ağız yoluyla yiyecek ve içeceklerle olmaktadır. Hijyen oldukça önemlidir. Gastritin tedavisi ne kadar sürer?Eğer gastrit mikroba bağlıysa bir-iki haftalık antibiyotik tedavisiyle mikrop ortadan kaldırılabilir. Daha sonra hastaya yine mide koruyucu ilaçlar verilir. Gastrite bağlı şikâyetler bazen tamamen geçmeyebilir. İlaçlara ve alkole bağlı gastritlerde bunlar kesildiği zaman hasta rahatlamaya başlar. Normalde midenin onarım gücü vardır. İlaçlar iyileşmeyi hızlandırır. Kişi bakterinin varlığını anlayabilir mi?Bakteri her zaman bir yakınma oluşturmaz. Bazen bakteri vardır ama kişi bunun farkında değildir. Yıllarca hiç sorunsuz olarak bu bakteriyle yaşayabilir. Bu bakterinin var olup olmadığı çeşitli yöntemlerle belirlenebilir. Bu yöntemler arasında endoskopi en doğrusudur. Bunun yanında kan, dışkı ve nefes testleri ile bakteri varlığı belirlenebilir. Gastritin yaşla ilgili var mı?Evet. Özellikle bakteriye bağlı gastritler yaşla beraber artar. Bebeklik ve çocukluk döneminde daha az görülür. Bakteri varlığı toplumumuzda 20'li yaşlara gelindiğinde yükselerek yüzde 50'leri bulmaktadır. Buna paralel olarak gastrit görülme oranı da yükselir. 50'li yaşlarda yüzde 80'lere yükselmektedir. Bakteri kırsal kesimde yaşayanlarda daha yaygındır. Çocuklarda olur mu?Evet ama yetişkinler kadar sık değildir. Endoskopi nedir?Endoskopi içi boşluklu organların bir aletle incelenmesidir. Bu alet hem görüntülemeyi hem de biyopsi gibi bazı işlemleri yapmaya olanak sağlar. Halk arasında 'ışıklı hortum' olarak adlandırılıyor. Ama bu alete sadece hortum demek haksızlık olur. Mükemmel bir tanı aracıdır. Eğer yemek borusu, mide ve onikiparmak barsağını görüntülemek için endoskopi yapıyorsak bunun tıptaki adı 'özefagogastroduodenoskopi'dir. Kısaca 'gastroskopi'de denilebilir. Eğer kalınbağırsak için yapılıyorsa bunun adı da 'kolonoskopi'dir. Gastroskopi sırasında yemekborusu, yemek borusuyla midenin birleştiği yer, mide, midenin çıkış kısmı ve onikiparmak barsağı incelenir. Endoskopi sırasında neler olur, zor mu?Endoskopi 40 yıldır özellikle sindirim sistemi incelemesinde kullanılmaktadır. Eskiye oranla çok hareketli, esnek, daha ince, görüntü kapasitesi yüksek cihazlar var. Endoskopinin başarısı ve hastanın endoskopiden rahatsızlık duymaması kimin yaptığına, nerede yapıldığına, nasıl yapıldığına ve deneyimli bir yardımcı ekibinin olup olmamasına göre değişir. Endoskopiyi bu konuda eğitim görmüş olanlar yani gastroenterologlar yapmalıdır. Eğer bir engel yoksa hastaya bir ön hazırlık olarak ilaç uygulanmalıdır. Öncelikle hastanın dil kökü ve küçük dil çevresi diş hekimlerinin de kullandığı bölgesel uyuşma yapan bir spreyle uyuşturulur. Bu bulantıyı ortadan kaldırır. Daha sonra da kol damarından rahatlatıcı ve hafif uyku yapıcı ilaçlar verilir. Endoskopi bu şekilde yapıldığı zaman çok rahat olur. Çoğu zaman hasta işlem bittikten sonra "Gerçekten gastroskopi yaptınız mı? Bitti mi?" diye sormaktadır. Ayrıca gerekirse endoskopi sonrası uyku giderici ilaçlar da uygulanır. İşlem bittikten sonra hasta bir iki saat sonra işinin başında olabiliyor. Ama o gün araba kullanmasını ve aşırı dikkat gerektiren işler yapmasını istemiyoruz. Peki nasıl bir işlem bu?Yapılan iş şu: 8-10 milimetre kalınlığında son derece yumuşak bir boru yemekborusundan mideye ve onikiparmak barsağına görülerek yönlendirilip ulaşılıyor. Aşağı yukarı uzunluğu 110-120 santim arasında olan cihazın ucunda kamera var ve geçtiği bölgeleri bir televizyon ekranına yansıtıyor. Doktor da bu görüntülere bakarak hastanın incelenen bölgenin iç yüzeyini görüyor ve teşhisi koyabiliyor. Bu işlem sırasında hastanın nabız durumu ve oksijen düzeyi izleniyor. Gerekirse tanı için parça alınıyor (biyopsi) veya kanama durdurma, polip çıkarma gibi tedavi edici işlemler de yapılabiliyor. İşlem 3-5 dakikada tamamlanıyor. Önceden en az 6 saatlik açlık gerekiyor. Aç kalmak gastriti azdırır mı?Gastritlerde uzun süre açlık genellikle şikâyetleri artırabilir. Bazen aç karnına şikâyetler daha yoğunken, bazılarında ise yemek sonrası özellikle şişkinlik, gerginlik, gaz ve geğirti gibi yakınmalar hâkim olabilir. Yiyeceğin türü de yakınmaları etkileyebilir. Baharatlılar, yağlılar, kızartmalar, asitli içecek ve meyvelar, turşu ve sirke zararlılar arasındadır. Sigara ve alkol gastritte etkili mi?Sigaranın sindirim sisteminde çok olumsuz etkileri vardır. Özellikle nikotin mide asit salgısını artırmakta ve olumsuzluklara neden olmaktadır. Ayrıca nikotin mide giriş kapısının gevşemesine neden olmakta ve reflü hastalığına yol açmaktadır. İyileşmeyi geciktirmektedir. Alkolünde direkt tahriş edici etkisi mevcuttur. Sigara ve alkolün damarları etkilediği ve bu şekilde zararlı olduğu bilinmektedir
Ler Mais

ADELE ÇEKMESİ

ADELE ÇEKMESİ Adale ÇekmesiAdale çekilmesi veya incinmesi, bir kasın üzerine çok fazla yük bindirmenin sonucudur. Hafif bir adale çekilmesi o bölgeyi fazla germekten veya aşırı çalıştırmaktan meydana gelir. Güç kaybı yoktur fakat acı duyulur.Belirtiler Zedelenme meydana geldiği zaman lokalize ağrı, bunu izleyen hassasiyet ve bazı durumlarda şişme Zedelenmenin meydana gelmesinden hemen sonraki 24 saat içinde tutulma (sertleşme) veya hassasiyet Eğer kasın hiçbir fonksiyonu yokmuş gibi görünüyorsa, kopmuş olabilir.Bir kasın liflerinden bazıları gerçekten yırtılır ve adalenin kasılıp iç kanama yapmasına neden olursa daha ciddi bir durum ortaya çıkar. Ender durumlarda bütün kas kopup ayrılabilir, ya kısmi olarak veya daha seyrek görülen şekliyle, tamamen kopabilir.Adale incinmelerinin en sık görülenlerinden biri uyluk kemiğinin arka tarafındaki bir grup adale üzerinde olur. Bu kaslar dizinizi kapatıp açabilmenizi sağlar; koştuğunuz zaman bu kaslarda çekilme meydana gelebilir.Uyluk kemiğinin arka tarafında bir adale ağrısı veya zayıflığı bu adalelerinizi incittiğinizi gösterebilir. İncinmenin çok yaygın ikinci bir çeşidi de kasık çekmesi veya gerilmesi denen olaydır. Kasık çekmesi olayında belirli bir kas zedelenmiş değildir; daha çok, kasıktaki ten-don ve kaslar (karın, bacak ve pelvis bölgeleri dahil) gerilmiş veya yırtılmış olabilir. Kasık gölgesindeki ağrı veya adale spazmları tekrarlanan aşırı kullanımdan veya tek bir olaydan kaynaklanabilir.
Ler Mais

SELÜLİTTEN NASIL KORUNULUR?

SELÜLİTTEN NASIL KORUNULUR? · Kilonuzu koruyun. Günde 1500 kalori alın. · Çok hareket edin, örneğin jogging yapın, bisiklete binin, yüzün, jimnastik yapın. · Ayrıca vitamin ve mineral alın. A ve E vitaminleri deriyi düzgünleştirir, magnezyum metabolizmayı harekete geçirir, fosfor ve silisyum dokuları kuvvetlendirir. · Vücudun fazla suyunu atması için beyaz ve kırmızı turp, maydanoz, kereviz, çilek ve pilav yiyin. · Tuz, şeker, alkol, sigara, koyu çay, kahve, çikolata, kızartma ve undan uzak durun. · Derinin kanla beslenmesini teşvik edin. Örneğin masaj eldiveni ile kendi kendinize yapacağınız masajla, bir sıcak, bir soğuk duşu sorunlu yerlere tutun. Saunanın da yararı vardır. SELÜLİT BİR HASTALIK MIDIR? Evet, selülit bir hastalıktır. Tıptaki adı Hidrolipodistrofidir. SELÜLİT TEŞHİSİNİ KENDİMİZ KOYABİLİR MİYİZ? Evet. Cilt iki parmak arasında kıstırıldığında, cildin dış tabakasında girinti ve çıkıntılar meydana gelir ki tıpta buna portakal kabuğu görünümü denir. SELÜLİT KADINLARDA HANGİ BÖLGELERE YERLEŞİR? Uyluğun üst kısmı, dizin ve bileğin iç kısımları, kaba et ve baldırların arkası ve üst bacaklara genelde süvari pantolonu şeklinde yerleşir. SELÜLİT REJİMLE GEÇER Mİ? Hayır, selülit tüm zayıflama rejimlerine karşı dirençlidir. Özel bir tedavi gerektirir, kendi kendine geçmez. SELÜLİT NELERDEN OLUŞUR? Selülit üç elemandan oluşur: 1-Dayanıklı hale gelmiş bölmeli bir konjonktif doku. 2-Su molekülleri ve tuz molekülleri. 3-Konjonktif doku içine hapsolmuş yağ hücreleri birikintileri. Bu bölgesel yağ birikimi, cildin hareketliliğinin azalması ve kalınlığının artmasıyla kendini gösterir. Elle dokunulduğunda cilt pütürlü, sertleşmiş ve muntazam olmayan bir görüntü verir. SELÜLİT AĞRILI MIDIR? Evet, selülit ağrılı olabilir. Ağrının şiddeti selülitin sinir liflerinin üzerine yapmış olduğu basınç derecesiyle orantılıdır. ZAYIF KADINLARDA SELÜLİT OLUR MU? Evet, selülit zayıf hatta sıska kadınlarda bile görülebilir. SELÜLİTİN NEDENLERİ NEDİR? 1-Hormonal nedenler: Hiper folikülin, yani kadınlarda yumurtalardan salgılanan folikülin hormonunun artışı. Bu hormon, dokularda su tutma özelliği nedeniyle selülite zemin hazırlar. 2-Soya çekim: Anne selülitli ise çocuğunda da selülit görülebilir. 3-Dolaşım bozukluğu (damar yetmezliği): Selülit ve damar yetmezliği birbirine paralel gider. Yani selülit damar yollarında oluşur ve damarları sarar, sıkar. Bu durum kan dolaşımını daha da zorlaştırır ve varisler meydana gelir. Bu da damar yetmezliği, selülit, varis, daha ileri derecede damar yetmezliği olarak gittikçe ciddi boyutlara varır. SELÜLİTİN OLUŞMASINDA DİĞER NEDENLER NELERDİR? Kabızlık, hipotiroid, doğum kontrol hapı kullanımı, karaciğerin kötü fonksiyonu ve sinirsel düzensizlik. KAÇ AŞAMADA GELİŞİR? Selülit üç aşamada gelişir. Birinci aşaması dolaşım bozukluğudur, damarlardan çıkan su dokulara dolar. Dokular acılı ve duyarlıdırlar. Ödemli denilen bu devrede başarılı bir şekilde tedavi yapılabilir. Bu devrede tedavi yöntemi mezoterapidir. İkinci aşamada, ödem daha da fazlalaşır. Bu aşamada selüliti buradan atmak oldukça güç olmasına karşın, tıpta mezoterapi ile başarılı bir tedavi mümkündür. Üçüncü aşamada, bu dokularda biriken yağ, su ve tuz molekülleri organizma tarafından kullanılamaz ve selülit yerleşir. SELÜLİTTE NASIL BİR BESLENME REJİMİ UYGULANMALIDIR? Rejim, su açısından zengin, tuz açısından zayıf olmalıdır. Selülit tedavisinde tuzu asgari düzeye indirmek gerekir. Balık, kabuklu deniz ürünleri, kümes hayvanı ve yumurta yenilerek protein açısından zengin bir beslenme uygulanır. Proteinlerin ödemi önleyici ve iştah artırıcı bir rolü vardır. Şekerlemeler, hamur işleri, bakliyat kaldırılmalı, alkolden uzak durulmalıdır. Zira alkol kanda yağa dönüşür ve vücutta birikir. SELÜLİT HANGİ YÖNTEMLERLE TEŞHİS EDİLİR? Termografi, ekografi ve manyetik rezonans. SELÜLİTTE UYGULANAN MEZOTERAPİ YÖNTEMLERİNDE HEDEFLENEN AMAÇ NEDİR? Tedavinin asıl amacı selüliti oluşturan süreci tersine çevirmek ve yağ hücreleri düzeyinde lipolizi tekrar harekete geçirmektir. Yani, birikimi ortadan kaldırmak, lenf ve kan dolaşımını rahatlatmak, lipoliz mekanizmasını tekrar harekete geçirmektir. LİPOLİZ NEDİR? Yağ hücrelerinin boşluğunda depolanan yağların kimyasal olarak parçalanması ve eritilmesi, enerji olarak vücuda verilmesi olayıdır. KİŞİ SELÜLİTLİ Mİ DOĞAR? Hayır, kişi selülitli doğmaz. Ne bebek, ne de çocuklarda selülit vardır. Selülit gerçek olarak erişkinlik döneminde ortaya çıkar. Ancak selülitte kalıtımın önemli rolü vardır. Kalıtımın kesin surette etkili olabilmesi için, hem anne hem de babada yağ fazlalığına ilişkin sorunların bulunması gerekir. Bu durumda kişinin, ilk ergenlik belirtilerinden itibaren ve daha sonra da yaşamının değişik evrelerinde, örneğin gebelik ve menopoz gibi hormonal açıdan çok önemli zamanlarda da izlenmesi gerekir. HAMİLELİK SELÜLİTE UYGUN ORTAMI HAZIRLAR MI? Vakaların çoğunda hamilelik gerçekten selülitin belirmesine neden olur. Çünkü doğumdan önce ve doğumdan sonra meydana gelen hormonal değişimler, gerçek bir dengesizliğin kaynağıdır. Doğumdan sonra selülit biraz azalsa da bir miktar selülit birikimi kalır. MENOPOZ DÖNEMİ ŞİŞMANLAMA DÖNEMİ MİDİR? Menopoz döneminde özellikle kiloda fazlalığa doğru belirli bir eğilim vardır. Ayrıca hormonal dengesizlik, vücudun su tutması ve selülit görülür. Psikolojik açıdan, kadın cinselliğindeki değişim ve buna eklenen çeşitli olaylar kadınlarda depresyona doğru bir eğilim yaratabilir. Kadınlar da kendilerini avutmak için genellikle kontrolsüz ve hatta oburluğa varan bir yeme alışkanlığının içine düşerler ve kilo alırlar. SPOR SELÜLİTİ TEDAVİ EDER Mİ? Hayır. Sert sporlar, vücudun belirli bir kısmını çalıştıran ve düzensiz yapılan sporlar hiçbir işe yaramaz. Selülite karşı en etkili sporlar tempolu yürüme ve yüzmedir. Fakat tıbbi olarak, bütün sporlar içinde en iyisi jimnastiktir. Bunun bir avantajı da herkes tarafından istenildiği yerde, istenilen zamanda ve şekilde uygulanabilmesidir. SELÜLİT ÇOK OLDUĞUNDA TEDAVİSİ DAHA MI ZORDUR? Hayır. Tedavi daha uzun sürer, ama daha güç değildir. Yöntem her zaman aynıdır. Esas zor olan, hastaya kendini sevmeyi öğretmek, harekete geçirmek ve mücadele bilinci kazandırmaktır. ERKEKLERDE NİYE SELÜLİT OLMAZ? Erkeklerde selülit olmamasının en önemli nedeni onlarda başka hormonların, özellikle de yağlı hücre oluşumunda hiçbir etkisi olmayan erkeklik hormonunun bulunmasıdır. SELÜLİT BÜYÜME ÇAĞINDA TEDAVİ EDİLMELİ MİDİR? Selülit, genellikle büyüme çağında ortaya çıkar. Psikolojik bir sorundan kaynaklanan bir oburluğun sonucu olmadığı halde 14-15 yaşlarında selülit oluşması, hormonal bir düzensizliğin işaretidir. Genç kızlarda selülit oluştuğunda, düşük kalorili bir rejim izlenebilir, spor ve jimnastik yapılabilir ve çok gerekirse mezoterapi uygulanabilir. ŞİŞMANLIK İLE SELÜLİT ARASINDA NE FARK VARDIR? Bu ikisini kesinlikle karıştırmamak gerekir. Eğer kişi şişmansa mutlaka selüliti de vardır. Ama selülit cildin derin dokularını bile etkileyen, temelde hormonal kökenli özel bir bozukluktur. Ve bu bozukluk, son derece zayıf kadınlarda bile görülebilir. Fazla kiloların tüm vücuda yayılmasına karşın selülit, bacak, baldır, kol gibi belirli bölgelerde görülür. SIK SIK KİLO ALIP VERMEKTEN NİYE KAÇINMALIYIZ? Bazı kimseler sürekli kendilerini kısıtlamaktansa, çok kötü bir görünüş alıncaya kadar yiyip şişmanlar, sonra da bu kilolarını çok hızlı bir şekilde vermeye çalışırlar. Bu sistemin sakıncaları çok fazladır. Bu tür rejimler organizma için zararlı, metabolizma içinse korkunçtur. Ayrıca sık kilo alıp verme, mekanik faktörler nedeniyle cildin kendini bırakmasına neden olur, deride çatlaklar meydana gelir. GÜNDE 3 LİTRE SU İÇİLMELİ Mİ? Toksinleri ve zararlı maddeleri vücuttan atmak için, günde ortalama 1.5 litre su içmek gerekir. Ancak bu, herkes aynı miktarda su içecek demek değildir. Çünkü her insanın gereksinim duyduğu miktar farklıdır. Genel olarak içilecek sıvı miktarı kiloyla da ilişkilidir. 100 kiloluk bir kişi fazla zorlanmadan bir günde 3 litre su içebilir. Oysa 40 kiloluk biri için bu miktar fazla gelebilir. Ayrıca, vücutları su tutan kadınlar, içmeye başlar başlamaz şişkinlik meydana gelir. Bu durumda selülitten önce bu rahatsızlığın tedavisi ele alınmalıdır
Ler Mais

SELÜLÜT

SELÜLÜT Selüloit yada kısaltılmış şekli ile selülit, derinin alt tabakasında, yağ dokusunun hemen çevresinde oluşan ve derinin üst bölümünde pütür pütür görüntü bırakan bir hastalıktır.Tıptaki adı Hidrolipodistrofi`dir.İki parmak arasında kıstırıldığında, cildin dış tabakasında girinti ve çıkıntılar meydana gelir ki, tıpta buna “portakal kabuğu görünümü” denir.Uyluğun üst kısmı, dizin ile bileğin iç kısımları, kaba et ve baldırların arkası ve üst bacaklara genelde süvari pantolonu şeklinde yerleşir.Tüm zayıflama rejimlerine karşı dirençlidir. Özel bir tedavi gerektirir, kendi kendine geçmez. Selüloit üç elemandan oluşur:1-Dayanıklı hale gelmiş bölmeli bir konjonktif doku.2-Su molekülleri ve tuz molekülleri.3-Konjonktif doku içine hapsolmuş yağ hücreleri birikintileri. Bu bölgesel yağ birikimi, cildin hareketliliğinin azalması ve kalınlığının artmasıyla kendini gösterir. Elle dokunulduğunda cilt pütürlü, sertleşmiş ve muntazam olmayan bir görüntü verir. Selüloit ağrılı olabilir. Ağrının şiddeti Selüloitin sinir liflerinin üzerine yapmış olduğu basınç derecesiyle orantılıdır.Selüloit, zayıf, hatta çok zayıf kadınlarda bile görülebilir. Hormonal nedenler: Hiper folikülin, yani kadınlarda yumurtalardan salgılanan folikülin hormonunun artışı. Bu hormon, dokularda su tutma özelliği nedeniyle Selüloite zemin hazırlar. Soya çekim: Anne selüloitli ise çocuğunda da görülebilir.Dolaşım bozukluğu (damar yetmezliği): Selüloit ve damar yetmezliği birbirine paralel gider. Yani Selüloit damar yollarında oluşur ve damarları sarar, sıkar. Bu durum kan dolaşımını daha da zorlaştırır ve varisler meydana gelir. Bu da damar yetmezliği, selüloit, varis, daha ileri derecede damar yetmezliği olarak gittikçe ciddi boyutlara varır. Kabızlık, hipotiroid, doğum kontrol hapı kullanımı, karaciğerin kötü fonksiyonu ve sinirsel düzensizlik... TEDAVİÇeşitli etkili yöntemlerle Selüloit artık kesinlikle tedavi ediliyor. Selüloit tedavisinin tıbbi tedavi şekilleri şunlardır:Masajlar : Selüloit tedavisinin en önemli ayağı masajdır. Çünkü masaj kan ve lenf dolaşımını harekete geçirir ve dokuların taze oksijen ile dolmasını sağlar. Selüloit tedavisinde etkili olan iki tür masaj vardır. Dolaşım masajları: Kan ve lenfatik dolaşıma yöneliktir. Bu masaj deri altı kan dolaşımını aktive ederek, dokunun canlanmasını sağlar. Lenf drenajı masajları: Bu masajlar özellikle lenf dolaşımı üzerinde etkilidir. Masajın, hem elle, hem de aletle uygulanan şekilleri vardır. Elle olan daha yüzeysel olurken, aletli masajın derinlemesine bir etkisi vardır. Her iki masaj sonunda hücrelere bolca oksijen gider ve toksinlerin vücuttan atılması kolaylaşır.Selüloitte özellikle de etkili olan insanın kendi yaptığı drenajdır. Bu nedenle kendi kendinize şu masajı yapın; masaja okşama hareketleriyle başlayın. Üst uyluklara önce bir, sonra iki elinizle yumuşak bir şekilde aşağıdan yukarı doğru kalçalarınıza kadar masaj yapın. Daha sonra derinizi sıkıştırmadan baş ve işaret parmaklarınızın arasına alın ve yoğurur gibi masaj yapın ve bu arada dizlerin iç tarafını unutmayın. Antiselüloit kremlerinin dokulara etkisi, daha önce masaj yapıldığı takdirde iki kat daha fazla olur. Nedeni, lenf ve kanın harekete geçmesidir. Akupunktur: Organizmanın değişik fonksiyonlarının hepsinin kumandasının kulakta bulunduğu savı ile tedavi edilir. Akupunktur ile bu fonksiyonlar harekete geçirilir. Bu fonksiyonların arasında su birikmesine neden olanlar da aktive edilir. Ozon terapi - Ozon banyosu: Ozon terapi, hücre oksijenlenmesini baz alarak, başarılı bir şekilde selüloit tedavisinde de uygulanır. Artıklarla dolu olan selüloit hücrelerini oksijen ile temizlemeye yönelik bir programdır. Ozon terapi bir kabın içerisinde gerçekleşir. Bu sırada ozon buharın epiderm tabakaya kadar girip o bölgenin oksijen ile dolmasını sağlayarak, dokusal kan dolaşımını aktive eder. Lazer terapi: Lazer terapi ikiye ayrılır; soğuk lazer ve sıcak lazer. Soğuk lazer, helyum neon lazer olarak da anılır. Selüloitli bölgedeki hücreler üzerine uygulanır. Lazer, burada hücreleri geçerek değişimleri hızlandırıp, o bölgede su tutulmasını engeller. Sıcak lazer, selüloitin oluştuğu hareketsiz bölgeye uygulanarak, orada bulunan dokuların dolaşımını sağlar. Ultrason: Fark edilemeyecek kadar küçük yağları bile derinliğine yakalayıp, parçalamayı başarır. Daha fazla yağlanmanın olduğu bölgelerde de daha derine gidilerek lenfleri uyarır. Basınç terapisi: Bu metotta bacaklar sarılır. Hava basıncı ile çalışan bir odaya girilir. Çok dikkatlice yavaş yavaş, hava basıncı azaltılır. Bununla da lenfatik dolaşım ve kan dolaşımı harekete geçer. Tabi burada önemli olan kişiye özel bir programlama yaparak, herkesin ihtiyaçlarına uygun bir tedavi uygulamaktır. Mezoterapi: Bu yöntemde, sıvı haldeki ilaçların şırınga darbeleriyle uygulanması esastır. Daha yeni bir versiyonu da homeopati yöntemini kullanarak, tahmin sistemini çalıştırmak ve öngörüden yararlanarak uygulama yapmaktır. Hiç yan etkisi olmayan naturel maddelerden faydalanılmalıdır. Lipoelektro: Bu, uzun iğnelerden yararlanmak suretiyle yapılan bir yöntemdir. Uzun, çok ince uçlu ve keskin iğnelerle uygulanır. Elektro ile yağlı bölge arasında bir bağlantı kurulur. Çok düşük düzeyde çalıştırılarak, Selüloitli bölge üzerinde çalışılır. Bu bölge üzerinde, düzenli ve sık aralıklarla işlem yapılır. İğne, Selüloitli bölgedeki yağları parçalar ve yağları ortaya çıkartır ve aşırıya kaçmadan bunlar boşaltılır. Günümüzün yeni antiselüloit kremleri deriye hemen giriyor ve doğrudan doğruya yağ hücrelerini etkiliyor. Etkili maddelerin bazıları yağ depoes"> biri de kafeindir. Kafein yağı ayrıştıran enzimleri harekete geçirir ve bununla birlikte lenf akışını kolaylaştırır. Su en iyi temizleyici maddedir. Bol su içmek dokuları zehirli ve atık maddelerden temizler. Ayrıca kalsiyum, potasyum, demir ve magnezyum gibi maddeler dokuları sıkılaştırırlar. Bunların etkisini dışarıdan kullanılan antiselüloit ürünleri kuvvetlendirir. Aynı zamanda vücudun atıklardan temizlenmesinde de etkili olur. Yüksek topuklar, yanlış yürüme hareketleri, kambur oturma...Bunlar, selüloite yol açan nedenlerdir. Çünkü bu saydıklarımız, toplardamarlarda ve lenf damarlarında kanın geriye doğru akışını olumsuz yönde etkilerler. Sonuçta zehirli maddeler vücuttan o kadar çabuk çıkmaz ve atık maddeler dokularda toplanır. Ve deri gevşer, çukurlar oluşur. Bu nedenle her zaman şunu düşünün, dik durma vücudu uzatır ve daha zayıf görünürsünüz.Duruş hatalarını bilinçli olarak dengelemek için sırt egzersizlerinin yararı vardır. Haftada iki kere jogging ve bisiklete binmeyle buna yardımcı olun. Selüloit üç aşamada gelişir. Birinci aşaması dolaşım bozukluğudur, damarlardan çıkan su dokulara dolar. Dokular acılı ve duyarlıdırlar. Ödemli denilen bu devrede başarılı bir şekilde tedavi yapılabilir. Bu devrede tedavi yöntemi mezoterapidir. İkinci aşamada, ödem daha da fazlalaşır. Bu aşamada selüloiti buradan atmak oldukça güç olmasına karşın, tıpta mezoterapi ile başarılı bir tedavi mümkün olabilir. Üçüncü aşamada, bu dokularda biriken yağ, su ve tuz molekülleri organizma tarafından kullanılamaz ve selüloit yerleşir. Rejim, su açısından zengin, tuz açısından zayıf olmalıdır. Selüloit tedavisinde tuzu asgari düzeye indirmek gerekir. Balık, kabuklu deniz ürünleri, kümes hayvanı ve yumurta yenilerek protein açısından zengin bir beslenme uygulanır. Şekerlemeler, hamur işleri, bakliyat kaldırılmalı, alkolden uzak durulmalıdır. Zira alkol kanda yağa dönüşür ve vücutta birikir. Tedavinin asıl amacı selüloiti oluşturan süreci tersine çevirmek ve yağ hücreleri düzeyinde lipolizi (yağ yıkımı)tekrar harekete geçirmektir. Yani, birikimi ortadan kaldırmak, lenf ve kan dolaşımını rahatlatmak, lipoliz mekanizmasını tekrar harekete geçirmektir.Beslenme ne kadar fazla tek yönlü olursa, selüloite o kadar çabuk aday olursunuz. Özellikle de Fast Food`a ve hazır yemeklere karşı olan eğilimimiz dokuları kötü yönde etkiliyor. Hayvansal yağlar, şeker ve tuz da en kötü düşmanlarımız. Bunlar yağ hücrelerini şişiriyorlar, dokularda su yapıyorlar ve vücudun atıklardan temizlenmesini önlüyorlar. Bu nedenle yemek listenizde taze, yağsız ve besleyici maddeleri fazla olan yiyecekler bulunmalıdır. Meyve, sebze, kepek, çavdar ürünleri ve baklagiller gibi. Bu besinlerde bir yanda dokuları atık maddelerden temizleyen, öte yanda hücrelere besleyici maddelerin naklini çabuklaştıran fazla miktarda potasyum vardır. Portakal, muz, karpuz, avokado, havuç, şalgam, fasulye, bezelye ve patates fazla miktarda potasyum içerirler. KORUNMA- Kilonuzu koruyun. Günde 1500 kaloriden fazla almamaya çalışın.- Hareket edin, örneğin jogging yapın, bisiklete binin, yüzün, jimnastik yapın.- Ayrıca vitamin ve mineral alın. A ve E vitaminleri deriyi düzgünleştirir, magnezyum metabolizmayı harekete geçirir, fosfor ve silisyum dokuları kuvvetlendirir.- Vücudun fazla suyunu atması için beyaz ve kırmızı turp, maydanoz, kereviz, çilek ve pilav yiyin.- Tuz, şeker, alkol, sigara, koyu çay, çikolata, kızartma ve undan uzak durun.- Derinin kanla beslenmesini teşvik edin. Örneğin masaj eldiveni ile kendi kendinize yapacağınız masajla, bir sıcak, bir soğuk duşu sorunlu yerlere tutun. Saunanın da yararı vardır. Sert sporlar, vücudun belirli bir kısmını çalıştıran ve düzensiz yapılan sporlar hiçbir işe yaramaz. Selüloite karşı en etkili sporlar tempolu yürüme ve yüzmedir. Fakat tıbbi olarak, bütün sporlar içinde en iyisi jimnastiktir.Toksinleri ve zararlı maddeleri vücuttan atmak için, günde ortalama 1.5 litre su içmek gerekir. Ancak bu, herkes aynı miktarda su içecek demek değildir. Çünkü her insanın gereksinim duyduğu miktar farklıdır. Genel olarak içilecek sıvı miktarı kiloyla da ilişkilidir. 90 kiloluk bir kişi fazla zorlanmadan bir günde 3 litre su içebilir. Oysa 50 kiloluk biri için bu miktar fazla gelebilir
Ler Mais

FİZİK TEDAVİSİ VE FAYDALARI

FİZİK TEDAVİSİ VE FAYDALARI Omuzlarda sertleşme, boyunda kireçlenme, belde tutulma, eklemlerde dinmeyen ağrılar... Oysa bunlardan kurtulmak sanıldığı kadar zor değil. Fizik tedavi ve rehabilitasyon, size ağrılardan uzak yeni bir beden sunuyor. Modern yaşamın gereklerinden biri olan bilgisayarın başında geçirdiğimiz uzun saatler zaman içinde bize bel, boyun ve sırt ağrıları olarak geri dönüyor. Peki, biz ne yapıyoruz? Gündelik yaşamımızı olumsuz etkileyen bu şikayetlerden kurtulmak için ağrı kesicilerden ya da çeşitli ilaçlardan medet umuyoruz. Ağrılar ancak dayanılmaz olmaya başladığında fizik tedavi uzmanlarına gidiyoruz yani son çare olarak... Başlıca hareket sistemini ilgilendiren hastalıkların, vücudun dışından uygulanan ancak eklem ve yumuşak dokuları etkileyebilen aletlerle tedavi etme yöntemi olarak tanımlanan fizik tedavinin kelime anlamı; onarmak, yeniden işe yarar hale getirmek. Amacı ise kişinin herhangi bir hastalık veya kaza sonucunda günlük yaşamını sürdürmesi için gerekli olan vücut fonksiyonlarının kaybolması veya azalması halinde; hastayı fizik tedavi, egzersiz, eğitim ve diğer tedavi tekniklerini kullanarak, mümkün olan en fonksiyonel düzeye getirmek. Bu anlamda fizik tedavi ve rehabilitasyon hastanın tedavisinde bir bütün olarak düşünülüyor. Fizikom Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Doç. Dr. Meral Kozakçıoğlu, fizik tedavinin amacını ağrıyı azaltmak, eklem hareket açıklığını korumak ve günlük yaşamı kolaylaştırmak olarak özetliyor. Rehabilitasyon nedir? Herhangi bir sebeple engelli hale gelen kişileri topluma kazandırmak için uygulanan tedavilerin bir bütünü. Rehabilitasyon aynı zamanda bir ekip tedavisi. Ekipte fizik-tedavi uzmanı ve terapistler (fizyoterapist, iş ve meşguliyet terapisti, psikolog, sosyal hizmet uzmanı vs.) yer alıyor. Ülkenin gelişimine bağlı olarak rehabilitasyon da gelişiyor. Tedavide, hastaneden taburcu olduktan sonra hastanın işinin ve evinin de düzenlenmesi yer alıyor. Fizik tedavinin süresi ne kadardır? Her seans 1-1.5 saat sürmek üzere 15-20 seans uygulanıyor. Rehabilitasyon ise çok daha uzun sürüyor; hasta senelerce rehabilitasyon görebiliyor. Fizik tedavi aletleri can acıtıyor mu? Hayır ama eğer hastada eklem kısıtlılığı mevcutsa, örneğin omzunu kaldıramıyorsa, o zaman fizyoterapist, germe egzersizleri yapacağından hafif ağrı olabilir. Fizik tedavi metotları nelerdir? Fizik tedavide çok çeşitli cihazlar kullanıyoruz. Ağrı tedavisinde tens, derin yapışıklıkları açmak için ultrason, kas güçlendirici cihazlar, magnetoterapi, ozon tedavisi, traksiyon, masaj, mezoterapi bunlardan bazıları. Yaklaşık 30-50 sistem fizik tedavide kullanılıyor. Fizik tedavinin yararını görebilmek için neler yapmak gerekir? Herhangi bir şey yapmak gerekmez. Günümüzde sadece ağrıya yönelik tedavi yapmıyoruz, ayrı zamanında bozulan mekanizmayı ve kas desteğini tamamen yerine getirebiliyoruz. Dolayısıyla eskisi gibi tedaviden sonra aylarca egzersiz yapmaya gerek kalmıyor. Kaplıca tedavisi nedir? Doğal enerji kaynaklarından yeraltı termo-mineral suyun, gazın, mineralli su ile organik unsurları içeren çamurun, kaynağın çıktığı yöreye özgü iklim koşulları, meteorolojik unsurların, biyolojik ortam gerginliği ile bütünleştiği organizma üzerinde tedavi etkinliği kanıtlanmış, kür tarzında uygulanan tedavi sistemidir. 15-20 seans kür şeklinde uygulanıyor. Bazı eklem hastalıklarında kaplıca, fizik tedavi ile uygulanıyor. Piyasada satılan masaj aletlerinden zarar görülebilir mi? Görülebilir. Eğer kişinin boyun, sırt veya bel ağrısı varsa herhangi bir masöre masaj yaptırması sakıncalıdır. Bu konuda eğitimli terapistler tedavi uygulamalıdır. Bu konuda teknolojik gelişmeler neler? Son yıllarda fizik tedavide birçok yeni sistem, tedavi protokollerine dahil edildi. Özellikle, kas cihazları, hasta pasifken de kasları güçlendirilebildiğinden, çok ileri yaşlarda bile çok pozitif sonuçlar veriyor. Örneğin, bacak kasları çok zayıflamış ve bu yüzden eklemleri bozulmuş, yürüyemeyen hastalar tedavi sonrası yürüyerek gidebiliyor ve bu da onların yaşamlarını çok olumlu etkiliyor. Magnetoterapi, kırık kemiklerin kaynamasını kolaylaştırıyor. Ozon terapi diyabetli veya felçli hastalarda oluşan dolaşım bozukluklarını ve açık yaraları tedavi edebiliyor. Fizikom?da dünyada fizik tedavide kullanılan tüm sistemler mevcut. Son beş-altı aydır omurga ile ilgili bir dinamik egzersiz cihaz sistemimiz var. Sistemin özelliği, boyun-sırt ve bel kaslarının gücünü bilgisayar ile ölçülmesi ve zayıf kasları tek tek güçlendirebilmesi. Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezi?nde görev yapan Doktor Vildan Çerçi, fizik tedavide hastanın da ciddi sorumlulukları olduğunu söylüyor. Çerçi; "Tedavi sırasında hasta kendisine verilen egzersiz programlarını aksatmadan uygulamalı ve tedavi bittikten sonra kontrollere düzenli olarak gelmeli" diyor. Fizik tedavi kimlere uygulanır? Omuz, kol, bacak eklemlerinde ağrıları olanlara, romatizmal hastalıkların aktif döneminde olmayanlara, ortopedik ameliyatlar sonrasında kaslarında güçsüzlük, eklemlerinde ağrı ve hareket kısıtlılığı gelişenlere, kırık, çıkık, incinme nedeniyle alçı sonrasında eklemlerinde sertleşmeler olanlara fizik tedavi uygulanır. Beyin, sinir hasarı sonucunda kol ve bacaklarda felç gelişenlere, hareket sistemi dışında lenf dolaşımının bozulması sonucu kol ve bacaklarında şişme oluşanlara uygulanır. Fizik tedavinin sakıncalı olduğu durumlar nelerdir? Romatizmal hastalıkların aktif dönemleri (eklemlerin şiş, sıcak ve ağrılı olduğu dönemler). Damar tıkanıklıkları, varisler, açık yaralar ve iltihaplı bölgeler üzerine uygulama.
Ler Mais

KAS AĞRILARI VE STRES

KAS AĞRILARI VE STRES Stres, mutsuzluk ve yaşam koşullarını anlayamama, kavrayamama olarak açıklanabilir. İnsanlar arasında çok yaygın olarak görülen stres, korku, güvensizlik, umutsuzluk, aşırı heyecan, endişe, baskı gibi duyguların vücuttaki dengeyi bozarak bedende oluşturduğu genel bir gerilim durumudur. Beynimiz, bir halin stresli olup olmadığını nitelendirebilecek yegane organdır. İnsanlar strese girdikleri zaman vücutları buna tepki gösterir ve alarma geçer. Vücutta çeşitli biyokimyasal reaksiyonlar başlar. Özellikle süregen stres, vücut fonksiyonlarını değiştirir. Stres nedeniyle vücuttaki adrenalin ve kortizol miktarı normal olmayan bir şekilde yükselir. Uzun süreli streste kortizol hormonunun yükselmesi bazı hastalıkların oluşmasına neden olabilir. Ayrıca, kortizol yüksekliğinin beyindeki hücrelere zarar verici etkileri de olabilmektedir. Stres ve stresin doğurduğu gerginlik ve ağrı arasında önemli bir bağlantı vardır. Stres altındayken beynimiz, algıladığı tehlike karşısında ‘savaş’ ya da ‘kaç’ komutunu verir. Bu komutun yerine getirilmesi için de gerekli olan kas gerginliği artar. Ancak, savaşmanın ya da kaçmanın mümkün olmadığı durumlarda artan enerji ve kas gerginliği boşalamadığı için ağrılı kas spazmları ortaya çıkar. Ağrının kendisi de insan için bir tehlike sinyali yarattığından, o da ‘savaş’ veya ‘kaç’ emri verir. Bu durumda kas gerginliği daha da artar. Tam bir kısır döngüye girilir. Stresin neden olduğu gerginlik damarların daralmasına, beynin belirli bölgelerine giden kan akımının bozulmasına yol açar. Diğer taraftan bir dokunun kanlanmasının azalması da ağrıya neden olur. Oksijene ihtiyaç gösteren dokunun yetersiz kanla beslenmesi, özel ağrı alıcılarını uyarır. Bu arada, adrenalin ve noradrenalin gibi stres sırasında sinir sistemini etkileyen maddeler de salgılanmış olur. Bunlar da doğrudan veya dolaylı olarak kasların gerginliğini artırır. Böylece ağrı gerginliğe, gerginlik endişeye, endişe de ağrıların şiddetlenmesine yol açar. Stres altındaki kişide; terleme, hızlı nabız, kalp çarpıntısı, midede ağrı, kasılma, boyun ve şakakta kaslarda gerginlik, nefes alamama, diş gıcırdatma, çenede kasılma, aşırı tedirginlik, konsantrasyon güçlüğü, aşırı duygusallık, halsizlik, hareket edememe gibi şikayetler mevcuttur. Fizyolojik stres, bağışıklık sistemi üzerinde önemli bir etki yapar ve bağışıklık sistemini bozar. Beyin, bağışıklık sistemi ve hormonlar birbirleriyle ilişki içindedirler. Psikolojik veya fiziksel stres konusundaki çalışmalar uzun süren yoğun bir stresle karşılaşıldığı zaman hormonal dengeye bağlı olarak bağışıklık cevabında bir düşüş olduğunu ortaya koymuştur. Kanser dahil birçok hastalığın ortaya çıkış ve şiddetinin stresle ilişkili olduğu bilinmektedir.Olağanüstü stres durumunun süreklilik göstermesi vücut sağlığını bozarak, çok çeşitli rahatsızlıklara yol açar. Vücudun ana merkezi olarak nitelendirilen beyin, ağrıyı azaltabilecek etkiye sahip olabilmektedir. Bu konuda ilginç bir örnek ise Yoğa yapanlarda değişik nefes alıp verme tekniklerinin uygulanması ile acıya ve soğuğa tahammül geliştirilebildiği ve ağrıyı azaltıcı etkisinin olabildiğidir. Strese hormonlarımızın verdiği yanıtın vücudumuz üzerindeki etkileri daha uzun sürelidir. Böylece stresin hızlı etkilerine ilave olarak uzun süreçte ortaya çıkan geç etkilerinin de insan sağlığını tehdit ettiğini unutmamak gerekir. Stres insanın doğal dengesini bozan bir durumdur. Beyin hücreleri arasında yerleşmiş olan heyecan molekülleri ağrı eşiğini düşürmektedir. Ağrı eşiğinin düşmesi ile ağrı oluşturma potansiyeli çok zayıf olan her türlü uyaran, böylece ağrı oluşumuna neden olabilmektedir. Ağrı ve buna bağlı tahammül, depresyon, korku ve endişeyi de beraberinde getirebilir. Oluşan döngü birbirini tetikler. Böylece ağrı stres yaratır, stres de ağrıyı doğurur.
Ler Mais

ROMATİZMA VE TEDAVİSİ

ROMATİZMA Romatizma ağrılarından şikâyet eden kişiler genellikle hastalığın adını tam olarak bilmezlerYaşanılan her gün değerlidir. Romatizmal hastalığa sahip bireyleri topluma kazandırmada fizyoterapi ve rehabilitasyonun yeri ve öneminin gerektiği şekilde kavranması, hastalıkların yaratacağı kalıcı hareket kısıtlanmalarını ve diğer sorunları en aza indirir. Fizyoterapist, hastasına ağrı ile başa çıkmasında uygulayacağı fizik tedaviyi anlatır, gerektiğinde eğitime tüm aileyi de dahil eder.Çevremizde hemen her gün romatizma ağrılarından yakınan kişilerle karşılaşırız. Genellikle bu hastalık grubundaki kişiler hastalığının tam olarak adını bilmezler.Hastalıkları sorulduğunda ‘Romatizmam var’ demekle yetinirler; hastalıklarının getirdiği eklem ağrılarına, hareket kısıtlanmalarına kolayca boyun eğerler.Çünkü bu şikâyetler onlara göre çoğu zaman ilerleyen yaşın gerektirdiği bir durumdur.Genç yaşta romatizmal hastalıklarla tanışan kişilerin durumu da pek farklı değildir. Bu hastalar, ilk başta hastalıklarının geçeceğini düşünürler ve bu yüzden uzun vadeli çözümleri araştırmazlar. Romatologlarının verdiği ilaçları düzenli kullanırlar. Kaliteli yaşamın yolu Bazen hekimlerini değiştirirler, farklı ilaçları denerler. Şikâyetler her şeye rağmen tamamen ortadan kalkmıyorsa ilaç kullanımını da terk ederler. Sonunda onlar da durumlarına boyun eğerler. Oysa hayat devam etmektedir ve yaşanılan her gün değerlidir. Hastalığa rağmen ve hastalıkla birlikte kaliteli yaşamın yolu fizyoterapi rehabilitasyondur. Rehabilitasyon ancak bir ekip yaklaşımı ile olur. Bu ekibin en önemli parçası hastadır. Hastanın, hastalığına ve tedavisine bilinçli yaklaşımı etkin tedavinin ilk adımıdır. Romatolog tarafından konan teşhisle beraber, uygun ilaç tedavisi ve doz ayarlamaları hastalık aktivitesinin kontrol altında tutulması için kaçınılmazdır ve yaşam boyu devam etmelidir. Kronik bir hastalık olması yönüyle bazı hastalara psikiyatrik yaklaşımlar gerekebilir. Hastanın ağrı, eklem sertliği ve aktivitelerdeki yetersizlikler bakımından fizyoterapiyeihtiyacı vardır. Fizyoterapistin vereceği egzersiz tedavisi ve öneriler hastanın rehabilitasyon programı içinde mutlaka yer almalıdır. Hastanın, hastalığı ve tedavisi hakkında iyi eğitilmiş olması, tedavi sonuçlarını da o oranda olumlu etkileyecektir. Hasta, öncelikle romatizmal hastalığının yaratacağı problemlerden haberdar olmalıdır. Genel olarak şu sorunlarla karşılaşılır: * Ağrı artar. * Eklemlerde şekil bozuklukları ve hareket kısıtlanmaları meydana gelir. * Hareketleri yorulmadan tekrarlı yapabilme yeteneği ve kas kuvveti azalır. * Günlük yaşamda evde, işyerinde, okulda gerçekleştirilen işlerde bağımsızlık zamanla azalır. * Yaşam kalitesi düşer. * Depresyon ve anksiyete gelişir. Rehabilitasyon ekibi içerisinde fizyoterapist, vereceği egzersiz programı ile hastanın bu problemlerine yönelik olarak hekimin uyguladığı ilaç tedavisini destekler. Hastasını fizyoterapi açısından değerlendirir. Bu değerlendirme sonucuna göre tedavi programını hastaya özel planlar. İstirahat ve egzersiz Fizyoterapist, hastasına ağrı ile başa çıkmasında uygulayacağı fizik tedavi yaklaşımlarıyla yardımcı olur, hastalığın getireceği kısıtlanmaları anlatır, istirahat ve egzersizin ne zaman gerekli olduğu konusunda eğitim verir, bu eğitime aileyi de dahil eder. Egzersizin faydaları konusunda hastasını bilinçlendirir; doğru zamanda ve doğru şekilde yapılmasını öğretir. Romatizmal hastalıklarda egzersizin yarattığı etkileri kısaca şu şekilde sıralayabiliriz: * Eklem hareketini korur ve arttırır. * Kasları kuvvetlendirir. * Kasın tekrarlı iş yapabilme kapasitesini arttırır. * Ödem azalır. * Eklemlerin yapısal düzgünlüğü korunur. * Kemik yoğunluğu artar. * Fonksiyon ve kendine güven artar. * Günlük işleri başarmada bağımsızlık artar. Rehabilitasyonun önemi Faydalarını bu şekilde özetleyebileceğimiz egzersizler mutlaka fizyoterapist tarafından hastaya tam olarak öğretilmeli ve doğru yapıldığından emin olunmalıdır. Romatizmal hastalığa sahip bireyleri topluma kazandırmada fizyoterapi ve rehabilitasyonun yeri ve öneminin gerektiği şekilde kavranmasıyla, hastalıkların yaratacağı kalıcı hareket kısıtlanmalarının ve buna eşlik eden diğer problemlerin en aza ineceği şüphesizdir. Unutmayalım ki, yaşamımıza kalite kattığımız her gün daha iyi yaşanmış demektir. Romatizma ne demektir, nasıl bir hastalıktır?Romatizma kelime olarak eski Yunan kökenli olup eklemlerde kötü özellikli iltihaplı sıvı birikmesi için kullanılır. Romatizmal hastalıklar MÖ 8000 yılından beri bilinir ama aydınlığa kavuşması son 20-25 yılı buldu.Romatizmal hastalıklar genel olarak kronik (süreklilik gösteren) hastalıklardır. Yani bir kişiye romatizmal hastalık tanısı konduğunda, kişi bu hastalıkla yaşamayı öğrenmesi gerekir. Ama bu ifade sizi korkutmasın, demek istenen sürekli ve düzenli olarak hekim takibinde olmak ve ilaç kullanmaktır. Şeker hastalığı ve hipertansiyon gibi… Romatizmal hastalıklar kaç çeşittir?Romatizmal hastalıklar deyince geniş bir hastalık grubunun akla gelmesi gerekir. İltihaplı eklem romatizmaları, omurga romatizmaları, gut, Behçet Hastalığı, Ailesel Akdeniz ateşi, kireçlenme (osteoartrit), damar romatizmaları (vaskülit), fibromiyalji sendromu (yumuşak doku romatizması) gibi birçok hastalık romatizmal hastalıklar sınıfına girer ve Romatoloji uzmanları tarafından takip edilir. Romatolojik hastalıklar ayrı bir uzmanlık alanıdır.Bu yazıda daha çok iltihaplı eklem ve omurga romatizması hakkında bilgi vereceğiz… Her eklem ağrısı romatizma mıdır?Elbette değil. Çoğu romatolojik hastalıkta ağrıya ek olarak eklemde şişlik, hareketlerinde kısıtlılık ve özellikle güne başlarken eklemlerinde sertlik hali söz konusu olur. Toplumumuzda çoğunlukla romatizma kelimesi ağrıyla eşdeğer şekilde kullanılır ama bu doğru değildir. Ağrının romatizmal hastalığın göstergesi olup olmadığı hekim tarafından ayırt edilmelidir. İltihaplı eklem romatizması dışında da başka romatizma çeşitleri var mı? İç organları da etkileyen romatizmalar var mı?Evet. Çoğunlukla romatizmal hastalıklar eklemlerden başlar, hastalığın tipine göre eklemlerde şekil bozukluklarına ve kalıcı değişikliklere neden olurken, bir kısmı da iç organlarda da (akciğer, böbrek, karaciğer vb.) harabiyet yapabilir. Vaskülitler (damar romatizmalarında) dediğimiz grupta ise öncelikli hedef damarlardır. Eğer iç organları besleyen damarlar etkilenmişse solunum yetmezliği, böbrek yetmezliği, sindirim sistemi yakınmalarına neden olabilir. Romatizmal hastalıklarda görülen yakınmaları özetler misiniz? Yani ne tür yakınmalar olduğunda kişi Romatoloji Uzmanına başvurmalıdır?Eklem ve omurga romatizmalarında görülen şikayetleri şöyle sıralayabiliriz: Eklemlerde ağrı, şişlik, hareket kısıtlılığı Sabahları eklemlerinde sertlik olması, daha sonra yavaş yavaş gevşemesi El parmaklarında soğukta beyazlaşma, sararıp solma Cilt altında bezeler Güneşte ciltte aşırı duyarlılık ve yaralar gelişmesi Ellerde veya vücudun herhangi bir yerinde deride sertlik Güçsüzlük, merdiven inip çıkamama, oturup kalkamama ve kaslarında ağrı Özellikle sabahları daha belirgin bel ağrısı ve tutukluk hali Gözlerinde sık sık iltihaplanma (üveit) Romatizmanın nedeni nedir? Romatizmadan korunmak için ne yapılabilir?Çoğu romatizmal hastalıkta genetik yapı önem taşır. Yani bazı genlerin varlığı romatizmaya yatkınlık yaratır. Çevresel koşullar, enfeksiyon etkenleri ve bilemediğimiz bazı durumlarda, genetik olarak romatizmaya yatkın kişilerde hastalık ortaya çıkabilir. Yani romatizmal hastalıkların nedeni hala tam bilinmiyor ve önlem alabilmek gibi bir durum da söz konusu değil. Soğuk hava ve nem romatizmal hastalığa neden olur mu?Soğuk havalarda ve nem oranının yüksek olduğu hallerde eklem içinde bulunan az miktardaki kayganlaştırıcı sıvının akışkanlığı ve dağılımı değiştiği için ağrı ve sızı olması doğaldır. Bu durum sağlıklı bireylerde de görülür, kişisel duyarlılıklar önemlidir. Ancak romatizmaya neden olmaz ve tek başına romatizma düşündürmez. Sanıldığı gibi romatizma ileri yaşlarda mı görülür?Gerçekten öyle sanılıyor. Yaş ilerleyip eklem ağrıları başlayınca herkes romatizma olduğunu düşünüyor veya gençlerde eklem ağrıları önemsenmiyor. Çoğu romatizmal hastalık genç yaşlarda başlıyor. Özellikle omurga romatizmaları genç erkekleri etkilerken, eklem romatizmaları doğurganlık çağındaki kadınlarda daha sık görülüyor. Genç erkeklerde görülen bel ve kalça ağrıları maalesef mekanik sebeplere ve bel fıtığına yorulup, romatizma düşünülmüyor. Bu da çok erken yaşlarda omurga hareketlerinin kısıtlanmasına kalmasına neden oluyor. Özellikle bel ağrısından yakınan genç yaş erkeklerin mutlaka omurga romatizması yönünden değerlendirilmesi gerekir.İleri yaşlarda özellikle yük taşıyan eklemlerde (diz, kalça, ayak bileği) başlayan ağrıların ve şekil bozukluklarının çoğunlukla nedeni kireçlenmedir. Çocuklarda romatizma görülür mü?Evet. Çocukluk yaş grubuna özgü romatizma tipleri var. Çok küçük yaşlarda bile başlayabilir. Eğer erken teşhis edilip tedavi edilmezse kalıcı sakatlıklara ve gelişme geriliğine neden olabilir. Ailede romatizmal hastalık olması diğer kişilerde risk yaratır mı?Evet. Romatizmal hastalıkların nedenleri arasında genetik yapının çok önemli olduğunu söylemiştik. Bu durumda ailede romatizmal hastalık olması aynı veya farklı bir romatizmal hastalık için yatkınlık olduğunu düşündürür. Ama bu hiçbir zaman kesinlik taşımaz, daha önce de söylediğimiz gibi bilemediğimiz çevresel koşullara maruz kalınmazsa hiçbir şey de olmayabilir. Daha özetle; romatizmal hastalıktan kuşkulandığınız kişinin ailesinde de romatizma olması tanınızı kuvvetlendirir ama ailesinde romatizma olduğu bilinen sağlıklı bir kişide romatizma gelişeceğinin göstergesi değildir. Romatizmal hastalığı olan kişi bebek doğurabilir mi? Bebeğine romatizmal hastalık geçer mi?Romatizmanın tipine göre, iç organlarda harabiyet olup olmamasına göre değişir. Hastalığının o dönemde aktivitesi azalmış ve kontrol altına alınmışsa, uzun süredir hastalık şiddetinde alevlenme olmamışsa ve bazı incelemelerden sonra gebeliğe izin verilebilir. Bu süreçte çok sıkı takip gerekir. Bazı romatizmal hastalıklar gebelik esnasında alevlenip artış gösterirken, bazıları tamamen sessizleşir. Hekim onayı alınmadan gebe kalınmaması gerekir. Tedavide kullandığımız bazı ilaçların uzun süren etkilerinin olması nedeni ile, ilaç kesildikten sonra da bir süre beklemek gerekir.Bulaşıcılık gibi bir durum söz konusu olmadığı için geçmez. Ama anne kanından bebeğe geçebilen bazı maddeler nedeni ile bazı romatizmal hastalıklarda bebeğin ilk günlerinde olumsuzluklar olabilir ama bu geçicidir.Örneğin lupuslu gebeden doğan bebek lupuslu doğmaz. Genetik yapıyı taşıyabilir ama ilerleyen yıllarda lupus hastası olup olmayacağı söylenemez. Romatizma tedavisi ne kadar sürer? Tamamen geçer mi?Romatizma şeker hastalığı ve hipertansiyon gibi kronik bir hastalıktır. Bu nedenle tedavi belli bir süre değil, ömür boyudur. Hastalığın şiddetine göre zaman zaman az, zaman zaman çok ilaç kullanmak gerekebilir. Tamamen hastalığı ortadan kaldırmak mümkün olmaz ama kontrol altına alınabilir. Kontrol altındaki hastalık birden alevlenebilir, bu nedenle hiçbir yakınma olmasa dahi sürekli hekim takibi gerekir. Tedavide ne tür ilaçlar kullanılır, egzersizin yararı var mı?Tedavide romatizmanın temel etkili ilaçları ve yardımcı ilaçlar kullanılır. Temel etkili ilaçlar bağışıklık sistemi üzerine etkilidir. Düzenli hekim takibi, kan testleri takibi gerektirir. Kortizon çok sık kullandığımız, kimi zaman hayat kurtarıcı bir ilaçtır. Bu önemli ilaçların mutlaka doktor kontrolünde kullanılıp, doktor kontrolünde bırakılması gerekir. Hem hap olarak hem de iğne şeklinde ilaçlar mevcut. Son yıllarda geliştirilen ilaçlarla romatizma tedavisinde çığır açılmıştır diyebiliriz.Egzersiz mutlaka gerekir. Hareketleri sınırlanmış eklem ve omurganın esnekliğine kavuşması için, kas ağrılarında spazmın çözülmesi için büyük önem taşır. Kaplıca tedavisi romatizmaya iyi gelir mi?Genel olarak iltihaplı eklem romatizmalarına kaplıca ve sıcak uygulamalar iyi gelmez. Hatta aktif hastalık esnasında yakınmaları daha da artırabilir. Kireçlenmede faydası vardır. Kaplıcaya gitmeye karar vermeden önce hekim onayı alınması gerekir. Vücudumuzun hareket etmesini sağlayan kaslar, kemikler, eklemler ve bu yapıları birleştiren bağlarda ön planda ağrı ve hareket kısıtlılığına bazen de şişlik ve şekil bozukluğuna neden olan hastalıklara genel olarak romatizma adı verilmektedir. Romatizma tek bir hastalık değildir. 200′e yakın hastalık bu sınıfa girer. Eklem romatizmaları (osteoartrit, romatoid artrit), yumuşak doku romatizmaları (fibromiyalji, boyun ağrısı, bel ağrısı) ve kemik erimesi (osteoporoz) bunlar arasında en sık görülenleridir. Romatizmal hastalıklar genel olarak kadınlarda daha sık görülmekte ve yaş ilerledikçe sıklığı artmaktadır. Bununla birlikte erkeklerde daha sık görülen (gut, ankilozan spondilit) ya da ön planda gençlerde görülen (örnek: sistemik lupus eritematozus) hastalıklar da vardır. Romatizmal hastalıklar çocukluk çağında da görülebilir. Romatizmal hastalıkların önemli bir bölümünün kesin nedeni bilinmemektedir. Çoğunlukla bulaşıcı-mikrobik değildir. Kalıtsal özellikler (genetik yatkınlık) bazılarında önem taşır. Eklemlerdeki yükü artıran şişmanlık ya da damar yapısını bozan sigara kullanımı gibi dış etkenlerin engellenmesi romatizmalı hastalar için de yararlıdır. Bazı iltihaplı romatizmal hastalıklar kas-iskelet sistemi dışında derimizi (kızarıklık, döküntü), iç organlarımızı (akciğer, böbrek, beyin vb.) etkileyebilir. Bütün sağlık sorunlarında olduğu gibi romatizmal hastalıklarda da en uygun tedavinin yapılabilmesi için ilk aşamada hastalığa doğru teşhisin konulması gereklidir. Romatizmal hastalıklara özellikle erken dönemde teşhis konulması güç olabilir ve hastanın bir süre konunun uzmanı tarafından tetkik edilmesi ve izlenmesi gerekebilir. Romatizmal hastalıkların belirtileri zaman içinde değişiklik gösterebilir. Romatizmal hastalığı olan her hasta için kişisel bir tedavi planı yapılması gerekir. Başka bir hasta için yararlı olan ilaçlar ya da tedavi girişimleri sizin için uygun olmayabilir. Doktorunuz tarafından önerilmeyen tedavileri uygulamanız sizin için yararsız ve tehlikeli olabilir, uygun tedavinin yapılması gecikebilir. Romatizmal hastalıkların bir bölümünde hastalık çok uzun süre devam edebilir. Bu hastalıklara müzmin (kronik) hastalıklar denir. Bu durumda tedavininin de uzun süreceğini ve verilen ilaçların hekim kontrolünde sürekli alınması gerektiğini unutmayınız. Yapılan tedaviler hastalığı tamamen yok etmese dahi günlük yaşamınızın ağrısız ve rahat olmasını sağlamayı amaçlamaktadır Romatizmalı hastaların hastalıkları ve kullandıkları ilaçlar konusunda bilgi edinmeleri yaşamlarını olumlu yönde etkiler. Kullanılacak ilaçların olası bilinmesi yararlıdır. Artrit: Eklemde İltihap Eklem, kemiklerimizin birleştiği bölgelere verilen isimdir. Bazı eklemlerimiz çok hareketlidir (örnek dirsek diz, parmak, ayak bileği eklemleri) bazı eklemlerimiz ise sadece kemiklerin birleşmesini sağlar (kafatasımızdaki eklemler). Omurgamızda da boyun ve belimizi hareket ettirmemizi sağlayan eklemler vardır. Eklemlerde bulunan kıkırdak dokusu kemiklerin birbirine sürtünmesini engeller. Doktorunuz teşhisinizin artrit olduğunu belirtirse, eklem ya da eklemlerinizde iltihap olduğu kanısına varmıştır. Artrit ön planda hareketli eklemlerin hastalığıdır. Artritin en önemli belirtileri eklemde ağrı, şişlik, kızarıklık, sıcaklık ve eklemin normal hareketlerini yapamamasıdır. Ağrı, eklemin hareket etmesiyle, istirahatte ve bazen de gece meydana gelebilir. Hasta eklem bölgesinde özellikle sabahları ve istirahat sonrası tutukluk-eklemin hareketlerinde güçlük-daha belirgindir. Bu hastalıklarda sadece eklemler değil eklemin çevresindeki kaslar, yumuşak dokular ve bağlar da etkilenebilir. Uzun süren artritler eklemlerde şekil bozukluğuna ve eklemin hiç hareket edememesine yol açabilirler. Halsizlik ve yorgunluk artritli hastalarda diğer belirtilere sıklıkla eşlik eder. Eklemlerin yapısının, özellikle kıkırdağın bozulması (dejenerasyon) ile seyreden ve halk arasında kireçlenme olarak da adlandırılan osteoartrit (artroz) en sık görülen eklem hastalığıdır. En çok diz ve kalça eklemlerini etkiler, çok sayıda eklemi tutması nadirdir. Genellikle elli yaşından sonra görülür. Bu hastalıkta ağrı genellikle hareket sonrasında ortaya çıkar, sabah yoktur. Eklemlerde bulunan zarın (sinovya) ve daha sonra eklemin iltihaplanmasının ön planda görüldüğü romatoid artrit yıllar içinde eklemlerin tahrip olmasına yol açabilen, sık görülen, müzmin bir hastalıktır. Çok sayıda eklemde iltihap görülür. Tüm vücudu etkileyen (sistemik) ve iç organları da tutabilen bir hastalıktır. Erken teşhis edilmesi ve uzun süre ilaçlarla tedavi edimesi gerekmektedir. Omurga ve leğen kemiği eklemlerini tutan müzmin romatizma hastalığı ise ankilozan spondilit adını alır. Genç erkeklerde daha sık görülür. Tedavi edilmemesi omurga hareketlerinde kısıtlanmaya yol açabilir.
Ler Mais

BEL SAĞLIĞI VE UYGUN YATMA POZİSYONLARI

BEL SAĞLIĞI VE UYGUN YATMA POZİSYONLARI Yaşamımızın yaklaşık üçte biri yatakta geçer. Sadece bu bile yatak konforunun önemini vurgulamak açısından yeterlidir. Son yıllarda endüstrinin bu alana yönelmesiyle beraber bel sağlığına uygun yataklar üretilmeye başlanmıştır. Omurga sağlığı açısından en uygun yatış pozisyonu; omurga ve disklerin üzerine en az yükün bindiği pozisyondur. Çok yumuşak, esnek veya sert yataklar, uzun süreli (gece boyunca) yatma sonucu omurgamızı zorlarlar. Çünkü bu iki koşulda da omurga en az zorlandığı orta duruş pozisyonunu koruyamaz. Sert veya çok yumuşak yatakta, yatak omurgaya değil omurga yatağa uyum sağlamak zorundadır. Bu nedenle doğal eğrilikler artmış ya da tamamen kaybolmuştur. Her iki durumda da bağlar aşırı derecede gerilir, sinirlerin çıktıkları delikler daralır, diskin bir bölgesi üzerine aşırı yük biner.Omurgamız için ideal yatak, doğal eğriliklerin korunmasını sağlayan, buna karşın eğriliklerin artma ve azalmasına yol açmayacak yataktır.Uygun bir yatakta, omurga doğal eğriliklerini koruduğundan; disk, bağ, sinir gibi oluşumların zorlanması en aza iner. Sonuçta bu oluşumlardan kaynaklanan ağrıların ortaya çıkmasını engeller.Her ne kadar uygun yatak konusunda kesin bir öneri yoksa da yine bazı ölçüler kullanılabilir. Her “ortopedik” adı verilen yatağın her bel hastasına uygun olduğu söylenemez. İlk alındığında iyi gelen bir yatağın bu niteliğini ne kadar bir süre sürdüreceği de önemlidir.Ortopedik Yatak: Genel olarak altında enine esnek latalardan oluşmuş tahta ızgara yerleşmiş olan bir pamuk yataktır. Teknik olarak özel üretim yaylar, süngerler ve metal alaşımlar kullanılarak iyi sonuçlar alınabilmektedir. yatağın boyutları da rahat bir uyku açısından önemlidir. İdeal yatak boyu yatan kişinin boyundan 20cm fazla, eni ise en az 95cm olmalıdır. İki kişilik yataklarda eşlerin ikisine de aynı yatağın uygun olması her zaman mümkün olmayacağından, ayrı yatak ve ızgaraların kullanılacağı bir düzenek önerilir.Yerde yatma, sert tahta zeminde yatma gibi bazı önyargılar ile hastalar kendilerine işkence ederler. Oysa çok sert zemin ya da yerde yatma her kalkışta omurgayı zorlayıp, bel ağrılarını daha da arttırır.Omurga için ideal yatış pozisyonları, sırtüstü ya da yan yatıştır. Yüzüstü yatma, bel çukurluğunun aşırı derecede artmasına yol açar. Bu nedenle önerilmeyen bir pozisyondur.Yatarken bacakların kalça ve dizlerden karına doğru bükülmesi, bel açısını daha da azaltıp rahatlamayı sağlayan bir durumdur. Dizlerin altına konacak rulo şeklinde bir yastık bunu sağlar. Ancak bu tür bir desteğin uzun süreli kullanımı diz arkasındaki kasların kısalmasına yol açar. Bu da dik duruşu bozarak yine bel ağrısına neden olur. Bu nedenle bu tür bir destek zorunlu durumlarda ve kısa süre kullanılmalıdır.Yan yatarken hastanın iki bacağı arasına konacak yastık da omurga için yararlıdır ayrıca yine yan yatarken bel oyuntusunun bir yastıkla doldurulması yararlı olabilir.Her ne kadar hastanın yakınmaları belinde ise de boyun omurgasının pozisyonu çok önemlidir. Zira omurga bir bütündür. Omurga çevresi kasları bir hasır örgüsü gibi birbirine geçmişlerdir, hastanın bir omurga bölgesindeki sorunları diğer bölgelere de yansır. Bu nedenle bel hastası yatarke boyun pozisyonuna da dikkat etmelidir. Özellikle yan yatışta başın yana düşmemesi, sırt üstü yatışta da arkaya sarkmamasıdır. “Alçak yastık iyidir” gibi peşin yargı her koşulda geçerli değildir. Prensip; boynun da belde olduğu gibi omurganın nötral adını verdiğimiz orta pozisyonda desteklenmesidir. Bunun için kullanılan asıl yatak dışında ikinci bir yastık faydalı olur. Bu yastık ense ve bonu destekleyerek başın yana veya arkaya düşmesini engeller. Bunun için ince bir rulo veya küçük bir bebek yastığı kullanılabilir. Bu amaca yönelik hazır veya havalı yastıklar bulunmaktadır.Yataktan Kalkma: Ani bel tutulmaları çoğunlukla uzun süreli hareketsizlikten sonra meydana gelir. Aynı durum spor yaralanmalarında da söz konusudur ve yeterince ısınmamış kaslarla açıklanır. Uzun süreli istirahat sonrası gevşemiş kaslar, ani hareketler karşısında yeterli hızda reaksiyon veremediklerinden eklem ve omurgayı koruyamazlar. sonuç ise tutulmalar, incinmeler ve ağrıdır.Bel ağrısı çeken hasta sabah ağrıları ile uyandığından bu durumu engellemek için yataktan kalkarken, uzun süreli hareketsizliğin yol açtığı kassal hazırlıksızlığı gidermek için kasları ısıtmak gerekir. Bunun için de en basit ve doğal yöntem yeterince gerinmek ve yatakta basit birkaç egzersiz yapmaktır.Sırtüstü yatn bir kişi ani olarak omurgasını doğrultarak kalkmamalıdır. Önce yan dönmeli sonra bacaklarını aşağıya sarkıtmalı, kolunu yana uzatıp yatağa dayanmalı ve gövdesini doğrıltmalıdır. Daha sonra ayaklar yere bastıktan sonra bir süre bu pozisyonda kalınmalıdır. Bu kalkış tarzı düşük tansiyonlu hastalar için de önerilen bir pozisyondur.
Ler Mais

SIRT VE BEL AĞRILARI

SIRT VE BEL AĞRILARI: KAS SPAZMI: Halk arasında bel tutulması olarak da bilinir. Genellikle kasların ve bağların kopması veya zorlanması nedeniyle oluşur. Zayıf kaslar güçlendirilmeden birşey kaldırmak, spor yapmak, atlamak, zıplamak ağrılı kas spazmına neden olabilir. KİREÇLENME:İlerleyen yaşlarda yıpranan ve aşınan kemikler zayıflarken, yeni oluşan kemik dokuları eklemlerin hareketlerini azaltır. Daralmış disk aralıkları da sinirlere baskı yaparak ağrıya sebep olur. KÖTÜ DURUŞ:Uzun süre hareketsiz aynı pozisyonda durma, yanlış pozisyon duruşu, beli zorlayan ters hareketler ağrıların hazırlayıcıları olabilirler. BEL FITIĞI:Bel omurları arasında bulunan disklerin sınırları dışına taşarak sinir köküne baskı yapmasıyla oluşur. İleri düzeydeki rahatsızlıklarda cerrahi müdahale gerekebilir. Ancak çoğu vakada fizik tedavi, yatak istirahati ve ilaç tedavisi ile şikayetler sona ermektedir. KEMİK ERİMESİ:Genellikle kadınlarda görülen kemik erimesinde, yaşın ilerlemesi ile kalsiyum içeriğini kaybeden kemikler zayıflayarak kolay kırılabilir hale gelir. Bunun sonucunda ağrı oluşur. ROMATİZMA:Romatizma tıpta yaklaşık 50 kadar hastalığın ortak adıdır. Kas, kiriş, mafsal, kemik ve sinirlerde görülen kuvvetsizlik ve ağrıya neden olan hastalıkların tümü romatizma olarak adlandırılır. DİĞERLERİ:Fazla kilo, ağır taşıma, sigara, stres, gerilim, yüklenme, zorlama genellikle sık karşılaşılan durumlar olsa da daha birçok neden veya açıklanamayan sebepler azımsanmayacak kadar ciddi bir oranda gerçekleşmektedir. BOYUN AĞRILARI Boyun ağrıları günlük yaşamda en sık görülen ağrılardan biridir. Kronik ağrılar sıralamasında bel ağrısından sonra 2. sırayı alır. Boyun ağrısının toplumda görülme oranı %25 yani her 4 kişiden biridir. Omurgamızda; boyunda içe doğru, sırtta dışa doğru, belde içe doğru bir kavislenme vardır. Yani sağlıklı boyunda doğal bir eğim vardır. Bu eğimin bozulması ile boyun omurgasında başlayacak olan dejenerasyon boyun ve kol ağrısını arttırır. Boyun ağrısının nedenlerini üç ana gruba ayırmak mümkündür. Mekanik, kas, iskelet kaynaklı olanlar Boyun dışı bölgelerin hastalıklarında, ağrının boyun bölgesinde hissedilmesi (yansıyan ağrı) Boyun bölgesinde yangısal, enfaksiyöz, tümöral hastalıklar Bunların alt kümelerine bakacak olursak, nedenleri olarak daha tanıdık sebepler göreceğiz. DURUŞ BOZUKLUĞU: Günlük hayatta boyun sağlığına uygun olmayan televizyon seyretmek, araba kullanmak, bilgisayarla çalışmak gibi her yanlış hareket ve duruş yıpranmalara sebep olur. Disk, eklem ve bağ dokusundaki bu yıpranmalar ağrıların başlıca sebeplerindendir. KAS SPAZMI:Halk arasında boyun tutulması olarak da bilinir. Boynu destekleyen kasların fazla gerilmesi ve zorlanması sonucu oluşur. Yanlış pozisyonda uyku, aşırı spor gibi şartlar nedenlerindendir. BOYUN FITIĞI:İki boyun omuru arasında bulunan kıkırdak disk dokusunun omurilik ve kola doğru giden sinirlere doğru taşmasıdır. Kola doğru olanlarda; uyuşma, boyun ve kol ağrısı, kol kaslarında kuvvet kaybı, ellerde hissizlik görülebilir. Omuriliğe doğru olan taşmalarda ise yürüme zorluğu, bacaklarda kuvvetsizlik, idrar şikayetleri görülebilmektedir. KİREÇLENME:İlerleyen yaşlarda yıpranan ve aşınan kemikler zayıflarken, yeni oluşan kemik dokuları eklemlerin hareketlerini azaltır. Daralmış disk aralıkları, taşlaşmış bağlar, oluşan yeni kemikçikler sinirlere baskı yaparak ağrıya sebep olur. ROMATİZMAL HASTALIKLAR:Vücudun bağışıklık sisteminin kendi hücrelerine savaş açması sonucu oluşur. Aslında romatizma tıpta yaklaşık 50 kadar bir dizi hastalığın ortak adıdır. Kas, kiriş, mafsal, kemik ve sinirlerde görülen kuvvetsizlik ve ağrıya neden olan hastalıkların tümüne verilen addır. KEMİK ERİMESİ:Genellikle kadınlarda görülen kemik erimesinde, yaşın ilerlemesi ile kalsiyum içeriğini kaybeden kemikler zayıflayarak kolay kırılabilir hale gelir. Bunun sonucu da ağrı oluşur. DİĞERLERİ:Gerilim, stres, sigara, psikolojik sorunlar, omurilik ve sinirlerin geçtiği kanalların daralması, boyun tümörleri, omurilik tümörleri, kemik enfeksiyonları sıkça görülen boyun ağrısı nedenleridir. DİZ AĞRILARI En önemli diz ağrısı yapan hastalıklar OSTEOARTROZ ve MENİSKÜS yırtıklarıdır. Çoğu insanın başına gelen sinema, maç, tiyatro gibi uzun süre oturulan aktivitelerden sonra dizlerde oluşan ağrı hissi veya merdiven ya da yokuş çıkarken dizlerdeki güçsüzlük, boşalma hissi sebepsiz midir? Diz tramvaya en çok maruz kalan, özellikle yürümek, zıplamak, çömelmek, basmak, eğilmek, kalkmak, tekme atmak, koşmak gibi insan hareketlerinde ana rolü oynar. Dizlerde sorun olduğunu gösteren önemli ipuçları olarak; Dizde kilitlenme yaşanması Hareket kısıtlılığı mevcudiyeti Şişlik, kızarıklık ve ısı artışı yaşanması Hassasiyet, dokununca acı vermesi Rutin hareketlerde yaşanan ağrılar Yürüyüş bozuklukları Eklemlerde tutulma veya zayıflık sayılabilir. Unutulmaması gereken önemli bir nokta da fazla kiloların mutlaka verilmesi gerektiğidir. Vücut ağırlığından 1 kg. verilmesi, diz eklemi üzerine binen yükü yaklaşık 3 kg. azaltacaktır. SAĞLIKLI OMURGA İÇİN SAĞLIKLI TAVSİYELER En iyi uyuma pozisyonu sırt üstü veya yandır. Omurganın eğriliğini koruyun. Uzun süre ayakta durulacaksa bir ayak basamak üzerine konarak dinlendirilmelidir. Sırtınızı destekleyen iskemleler kullanın ya da iskemlenize bir destek yastığı koyun. Bir ağırlık kaldırırken kaldırdığınız cismi vücudunuza yakın bir şekilde tutun ve kaldırırken eğilme yerine çömelmeyi tercih edin.
Ler Mais

BEL SAĞLIĞI

BEL SAĞLIĞI Günümüzde bel sağlığını kaybetmesinden dolayı ağrı şikayeti olan insanların sayısı oldukça fazladır. Bel fıtığı veya başka bir sebebe bağlı bel rahatsızlığı bulunan hasta, ister operasyon geçirmiş isterse geçirmemiş olsun günlük hayatında yapılması ve yapılmaması gereken hareketleri bilmek zorundadır.Bu hareketlerin en önemlisi de evde, işyerinde veya farklı ortamlarda eşyaların veya farklı yüklerin kaldırılması ve taşınmasıdır.*Kontrolsüz ağırlık kaldırmanın zararlı etkilerinden kaçınmak için günlük yaşantınızda sizi zorlayacak ağır bir yükü kaldırmayı denemeyiniz.*Eşyaları bedeninizle değil, önce beyninizle kaldırdığınızı unutmayınız. Kaldırma ve taşıma sırasında uygun vücut bölümleri kullanılmalıdır.*Ağır bir eşyayı bir yerden başka bir yere çekerek veya iterek tek başınıza götürmeyiniz. Bu, omurganın istenmeyen bölümlerinin zorlanmasına neden olacaktır.*Eşyaları kaldırmak ve çekmek yerine itmeyi tercih ediniz. İmkanınız varsa el arabası, taşıma masası gibi yardımcılardan yararlanınız.*Kaldırma sırasında zeminin dengeli olmasına dikkat edin ve kaldıracağınız yüke yakın olun. Eğimli ve engebeli zeminlerde yükün kaldırılması ve taşınmasında kontrolü zorlaşacaktır. Bu durumda omurga dengesi bozulacak, vücudun desteği az olan bölümleri yaralanacaktır.Bu nedenle bel sağlığının korunmasında omurga dengesinin korunması çok önemlidir.*Bir eşyayı kaldırmadan önce onun ne kadar ağır olduğunu tahmin etmeye çalışın. Ağırlığı hakkında tam bir fikie edindikten sonra kaldırınız.*Çok küçük ve hafif de olsa bir eşyayı alırken ona doğru uzanmayınız, yanına iyice yaklaşınız ve o şekilde alınız. Bu sırada omurga düzgünlüğü korunmuş olur ve omurga üzerindeki bazı bölümlerin zorlanması ve zarar görmesi engellenmiş olur.*Kaldırma öncesi çömelin, derin bir nefes alın ve nefesinizi tutarak (karın kaslarınızın belinize destek olması için) yüke iyice yaklaşın.*Ağırlık kaldırma sırasında profesyonel haltercilerin yaptığı gibi başınızı dik tutun, bel kavsinizi koruyun.*Diz ve kalçalarınızı bükerek yükü kavrarsanız boyun, sırt ve beldeki üç doğal kavsinizin düzgünlüğünü de korumuş olursunuz.*Kaldırma ve taşıma sırasında yükü göğsünüze yakın tutarak belinizdeki yükü azaltın.*Ayaklarınızın arasında en az 10cm. mesafe olsun ve yükü her iki ayağınıza eşit dağıtın.*Asla eşyaları hızla ve aniden kaldırmayın.*Taşıyacağınız yükleri eşit olarak her iki elinize bölün. Eşya kaldırma ve taşımak zorunda kalmışsanız, taşıyabileceğiniz yükleri uygun şekilde kaldırma ve taşıma için hareketlerinizi önceden planlayın.*Yükü yerleştirme sırasında da eğilerek değil yine çömelerek yükü yere koyun, ama parmaklarınıza da dikkat edin.*Kaldırma ve taşıma sırasında dönerken belinizi değil, ayaklarınızı döndürün. Aksi taktirde omurgayı koruyan yapılar hareketleri kontrol edemez ve ciddi yaralanmalar ortaya çıkabilir.*İki kişi iseniz ve bir eşyayı iki ucundan tutarak taşımanız gerekiyorsa, birbirinize haber vermeksizin eşyanın bir ucunu asla bırakmayınız.*Kaldıracağınız yük omuz hizasından daha yüksek ise sağlam bir taburenin üzerine çıkarak yükü alın.*Bu sırada vücudunuzun arkaya doğru gitmesine engel olun ve bel kavsinizi koruyun.*Elektrikli süpürge ile veya paspasla yerleri temizlerken öne doğru eğilmeğiniz ve belinizi dik bir pozisyonda tutmaya özen gösteriniz.*Çocuklarınız okula giderken çantalarında az tük taşımaya çalışınız. Tek taraflı çanta taşıma alışkanlığının önüne geçiniz.Kaldırma ve taşıma sırasında omurganın güçlü olan kısımlarını kullanmanın bel sağlığının korumasında önemli olduğunu unutmayınız ve bu konularda mutlaka bir fizyoterapistten yardım alınız.Bel sağlığınızın devam ettiği mutlu ve güzel günler dilerim.
Ler Mais

FİZİK TEDAVİSİ NEDİR??

Fizik tedavi metotları nelerdir? Elektrik akımı, sıcak ya da soğuk uygulaması, egzersizler ya da çeşitli dalgalarla hastaların tedavisine fizik tedavi denir. Fizik tedavi metotları nelerdir? Fizik tedavide yaklaşık 30-50 sistem kullanılır. Ayrıca çeşitli cihazlara başvurulur. Ağrı tedavisinde gergin, derin yapışıklıkları açmak için ultrason, kas güçlendirici cihazlar, magnetoterapi, ozon tedavisi, traksiyon, mezoterapi bu cihazlar ve yöntemlerden bazılarıdır. Eklemlerinizde ağrı, kireçlenme, bel tutulması, boyun ağrısı, sırt ağrısı gibi rahatsızlıklarda fizik tedavi ve rehabilitasyon sayesinde kurtulabilirsiniz. Fizik tedavinin kelime anlamı onarmaktır. Yani eklem ve yumuşak dokuları etkileyen aletlerle çeşitli rahatsızlıkları tedavi etme. Herhangi bir kaza sonrası işlevini yitiren bedenin çeşitli bölgeleri ya da organlarının tekrar eski işlevini kazanmasını sağlamak amacıyla fizik tedavi uygulanır. Fizik tedavi dışarıdan uygulanan bir yöntemdir. Amaç; ağrıyı azaltmak ve eklem hareket açıklığını korumaktır. Böylelikle günlük yaşamın kolaylaştırılması hedeflenir. Rehabilitasyon nedir? Engelli kişileri topluma kazandırmak için uygulanan tedavilerin tümüne rehabilitasyon denir. Rehabilitasyon tedavisi ekibinde fizik tedavi uzmanı, fizyoterapist, psikolog ve sosyal hizmet uzmanı gibi kişiler yer alır. Fizik tedavi ile ilgili bilinmesi gerekenler: Fizik tedavi seanslar halinde yapılır. 1-1.5 saatlik toplam 15-20 seans uygulanır. Rehabilitasyon ise daha uzun bir süreçtir, yıllar alabilir. Fizik tedavi gören bir hastada eklem kısıtlılığı mevcutsa fizyoterapistin yaptırdığı bazı hareketler sorunlu bölgede hafif ağrıya sebep olabilir. Fizik tedavi sadece ağrı tedavisinde değil, bozulan kas mekanizmasının düzeltilmesinde de kullanılır. Fizik tedavi kimlere uygulanır? Omuz, kol, bacak eklemlerinde ağrıları olanlara, Romatizmal hastalıkların aktif döneminde olmayanlara, Ortopedik ameliyatlar sonrasında kaslarında güçsüzlük, eklemlerinde ağrı ve hareket kısıtlılığı gelişenlere, Kırık, çıkık, incinme nedeniyle alçı sonrasında eklemlerinde sertleşmeler olanlara, Beyin, sinir hasarı sonucunda kol ve bacaklarda felç gelişenlere, Hareket sistemi dışında lenf dolaşımının bozulması sonucu kol ve bacaklarında şişme olanlara uygulanır.
Ler Mais